19 Eylül 2013 Perşembe

Dumur diyalog #108

İ: Ipad’in şarjı dolmamış babacım
A: Sen yanında götürdün mü?
İ: Hayır
A: E, ben oynamadım, sen götürmedin, neden hala dolmadı şarjı?
….
Davete ne giyeceğine karar veremeyen Yeliz kocasına danışmaktadır.
Y: Elbise mi giysem, pantolon mu giysem, ne giysem?
Tuvalette kakasını yapmakta olan Arca seslenir; “Annem birini giy, öbürünü yedek alırsın.”

18 Eylül 2013 Çarşamba

Tesadüfün böylesi... 1984

Hemen her yerde, evinde, en mahreminde bile izleniyorsun. Her şeyin kayıt altında.
Hayatının her noktasına müdahale ediliyor, çocuk yapmak / yapmamak konusunda bile senden başka söz sahibi olanlar var.
Tek tip giyinmen gerekiyor, tek tip düşünmen.
Düşünmüyorsan sende bir sorun var, hemen düzeltilmelisin.

17 Eylül 2013 Salı

Yalancı

Evin bütün çekmecelerini elden geçirdiğimiz gündü.
“Hani sana okuldan getirdiğim küçük şeyleri ne yaptın annem? Hani onlar buradaydı?”
Hasssss……….
Kıvır gülüm kıvır… “Onları daha güvenli bir yere koydum Arca.”

16 Eylül 2013 Pazartesi

Domestik hafta sonu

Saçımın dibi dört park çıkmış, modeli kaçmış, bonus kafaya doğru emin adımlarla ilerliyor ben kuaföre gitmeye üşeniyorum da eve okuma köşesi yapmaya üşenmiyorum.
Daha doğrusu planlamaya üşenmiyorum. Laptop sehpaları belirledim, koyacağım koltuğu tespit ettim, hatta hayallerimde orada oturup kitap okuduğumu bile canlandırdım.
İş hayata geçirmeye gelince ona da üşendim.

13 Eylül 2013 Cuma

Ağla çocuğum, açılırsın

Hava sıcaklığı 35’in altına inmemiş olabilir, hâlihazırda denize giriyor, güneşleniyor olabiliriz ama hala bilmeyen varsa söyleyeyim sonbahar geldi! Esen rüzgârın üşütmesinden, metrodaki siluetlerin hırkalanmasından, bizim evin hallerine bir hüzün çökmesinden anlarsın sonbaharın geldiğini!

Topuklu ayakkabılı Raif Efendi

--- yazıyı mümkünse Lisa Ekdahl'ın "I don't mind" isimli eseri fonda çalarken okuyalım bacım ki tadı çıksın. Hadi hep beraber "I don't mind I don't mind ... How could I mind? ..." ---
Bundan böyle topuklu ayakkabı giyenin taaaaa!Bütün gün ayakta duracağın belli, senin neyine topuklu ayakkabı giymek?
Herkes bu iş hayatında mış gibi yapıyor ve ben onları seyrederken çok eğleniyorum. Yüksek kademedekiler önemli insanlarmış gibi yapıyor, orta kademedekiler müşterileriyle arım balım peteğim ilişkisindeymiş, daha alt kademedekiler ise hiç olmadıkları halde olayın bir parçasıymış gibi yapıyorlar.
Ben?

11 Eylül 2013 Çarşamba

Bana balık verme, balık tutmayı öğret

“İnsanın hayata es vermesi gerek, ama gerçek bir es! Önemsiz bir işe gömmeli kafayı ve karmaşık sorunların basit işlerle yer değiştirmeli ki kafası boşalsın…”
Bu cümleyi kafamdan mı kurdum, İlker’e mi söyledim hatırlamıyorum. Kafamdan geçenleri İlker’e naklen anlatmak gibi bir huyum var ya, hangisi düşünce hangisi sohbet bazen unutuveriyorum.
Hatırladığım şeyler de var… Mesela İlker’in beni arayıp da “balığa gelir misin benimle?” diye sorduğunda, önce evet, sonra hayır, sonra tekrar evet, sonra “beni yedeğe yaz” dediğimi çok net hatırlıyorum. Geçen bahsettiğim arkadaşımla yemekteydik ve benim kafam “ulen ben beş sene sonra ne b.k yiyeceğim” sorusu ile meşguldü.
Sonrasını da hatırlıyorum. Çeşme’ye giderken İlker “yanına kalın bir şeyler al, sabaha karşı çok soğuk olur” dediğinde, hasss… ben unutmuştum, demek yerine, “mont alırım” dedim. Son dakikaya kadar yırtacağımı düşünmüştüm, ama İlker’in annesi “gidin yav ben bakarım çocuklara” deyince bahanem kalmadığını bile unutmuşum. Omuz silkip, “iyi be, ben de bu balığa gitme mevzusu açıldığında İlker’in gözlerinin niye parladığını anlamış olurum” deyiverdim içimden.
Hatta çok daha sonrasını da hatırlıyorum zira totom donarken “ulennn manyak mıyız lan biz? ne işimiz var lan balıkta! Mis gibi uyuyan oğlanın koynundan çıkıp ne b.kumuza geldik” diye içimden geçirmiştim. Kumrucu Hüseyin’de yediğim yengen bile – evet abicim bu kumrunun mucidi Hüseyin imiş, anlattılar bana, Şevki filan aldı yürüdü ama Hüseyin bir başka dediler – teselli olamadı pişmanlığıma.
Ne zaman ki gün doğarken yüzüme çarpan rüzgarın ayazını Ayhan Kaptan’ın bir kupa çayıyla ısıttım da kafamı kaldırdım, şafağa daldım, işte o zaman dedim ki “var ya sırf bunun için bile gelinir balığa, balık tutmasan da olur”. İçimden de demedim ha, bizzat Emre’ye söyledim. Kanımca yola çıkmadan evvel “bir an var ki o an için bile gelinir” dediği an işte o andı. O andan sonra İlknur da ben de oğlanları düşünmeyi bıraktık.
Martılar “acemi lan bu, birazdan akvaryum balığından hallice bir tane çeker tekneye, diğerleri de küçük bu der atar denize, biz kaparız” diye nasiplenmeyi bekleyedursunlar, ben oltamın iğnesine bir sardalye parçası iliştirmekteydim  ve tek düşündüğüm …

10 Eylül 2013 Salı

Dumur diyalog #107

A: Bana dondurma almadan önce sor tamam mı babam?
İ: neden?
A: Aldığın dondurmayı istemiyor olabilirim

A: babam biz oltaya ilaçlı yem koyalım
İ: ee
A: balık onu yesin, sonra hastalnsın yatsın uyusun biz de gidip yakalayalım
İ: illa uyuması mı gerekiyor?
A: İşte o konuyu bilemiyorum

9 Eylül 2013 Pazartesi

Hayalleri "35"bin bakımına almak kazım

Geçen hafta bir öğlen eski bir iş arkadaşımla yemeğe çıktık. Tatlı tatlı sohbet ediyoruz, imrendim adama. Neden dersen, adamın beşer yıllık periyotlar halinde kariyerinde neler yapacağına dair planları mevcut. Hem de öyle ulaşamayacağı şeyler değil, ulaşır da, zira ben onun beş sene önce de yaptığı planları biliyordum, şimdi tam da o konumda.

6 Eylül 2013 Cuma

Müzik? Kitap? Iy evet! entel dantel tavsiyeler

Normalde kitapları ikinci defa okumak gibi bir âdetim yoktur. Nitekim kulübün yeni kitabı “Kürk Mantolu Madonna”yı da tekrar okuma niyetim yoktu. Birkaç bölüme bakacak, kulüp için notlar hazırlayacaktım. Bir baktım ki yarılamışım kitabı. Demek bazı kitapların defalarca okunabilitesi varmış.

4 Eylül 2013 Çarşamba

Dumur diyalog #106

Yemekte;
Y: Annecim yoğurtlu salata var bak, semizotu salatası yesene.
A: Yemiycem!
Y: Niye?
A: Ben öyle pek salata seven bi çocuk değilim annem.
…………..

3 Eylül 2013 Salı

Siz, siz olun yorum yapmayın

Yok annem yok, bloga değil. Buraya her türlü yorumu yazabilirsiniz, denetimsiz gören sefilin biri geçenlerde küfür hakaret yazmış mesela. İnsanın başına geliyor yani, her şey geliyor. Senin yüzüne söyleyecek dötü yok ama klavyeyi verdin mi eline, sövüp sayabiliyor. Delikanlıysan adını yaz, ama yemiyor tabii. Ben de tüm o “adsız” soysuzlara ve spam yorumlara inat ayarlarımı değiştirmiyorum, “adsız” yorumcuların günahı ne, değil mi ya?
Neyse yorum derken başkasının hakkındaki yorumlardan bahsediyorum.
Görsel: alakasız, Arca'nın bahçede gördüğü bir sümüklü böcek sadece

2 Eylül 2013 Pazartesi

Uyku


Evet Arca anasıyla uyumaya bayılır. Neden bilmeyiz zira tecrübelerime dayanarak söylüyorum:P bizim muhterem uyku için çok daha iyi bir seçenek bence. Minik ve mırıl sesiyle kitap okur, Arca'ya masaj yapar, yumuşacık bir göbeği vardır. Etraf bebeler bile İlker'le uyumak ister de bir bizim oğlan yanaşmaz. 

30 Ağustos 2013 Cuma

Kızlarla bir akşam PMS öncesi bir kavanoz nutella gibi

Bu hafta hep kadınlar vardı akşamlarımda. Önce kitap kulübü, hepsi otuz beşimden sonra tanıdığım kadınlar. Her birimiz birbirimizden farklı apayrı renkler, ortak bir geçmişi bile olmayan kadınlarız. Ortak paydamız kitap. Ve konuşacak ne çok şey buluyoruz inanılmaz.

29 Ağustos 2013 Perşembe

Tespitim var vol.kaç oldu bilmiyorum: garantici

Garanti bankası beni kesinlikle reklamlarında oynatmalı. Zira ben bu garanti işinin bırak kitabını anayasasını yazarım.
An itibariyle İstanbul’dayım. Bir alışveriş merkezinin basık atmosferinde (iklimlendirme tesisatını yapan firmanın taaa) “ne takıntılı ne garantici kadınım ben” diye düşünürken yazayım bari dedim yazayım da burayı okuyanlar hakkımdaki düşüncelerini gözden geçirsinler.

An itibariyle...

Bu yazın ter kokusu dalında birincilik ödülünü ön masada oturan abiye takdim ediyorum. Otobste yanımda kokanı anladım da cafe'de başka masada oturanın ter kokusu ??

28 Ağustos 2013 Çarşamba

Dumur diyalog #105

Arca anlamasın diye şifreli konuşan anne babasına;
A: Ne biçim konuşuyorsunuz? Ne diyorsunuz?
Y: Gizli konuşuyoruz annecim
A: HAYIR GİZLİ KONUŞAMAZSINIZ! konuşamazsınız, çocuklar merak eder!
……..
Karşı komşunun 3 yaşındaki çocuğundan bahsediyor;
“Evden ayrılacakmış, uzağa gidecekmiş.”
“Kim Tuna mı?”
“Evet ya uydurukçu Tuna peh!”
…………

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Sıla, çim kurtları, süzgü(?) ve daha fazlası

"Bu yaz bir konsere gidelim yav, kime gidelim”, sohbetiyle başlamıştı her şey ve Sıla’nın konserine bilet almamızla nihayete ermişti. Bu kadar, nokta.
Değil tabii ki … Yoksa Sıla’nın konser biletinin fotoğrafını çeker sosyal medyada paylaşırım, Çeşme Açıkhava da yazıveririm, havamı da basarım, biter gider. (nitekim paylaştım:P)
Aaa hiç eziklemek yok, şunun şurasında sekiz on yıldır ilk defa konsere gidiyoruz muhterem kocamla, ben sosyal medyada paylaşmayacağım da kim paylaşacak!

23 Ağustos 2013 Cuma

Dumur diyalog #104

Markette dondurma isteyen Arca'ya onay verilir, hazır dondurmayı koparmışken cips paketinin üzerinde dondurma resmi gören Arca şansını zorlar; "annem bak bu cips dondurma veriyormuş, bunu alalım dondurma hediye olsun"
...............

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Anı biriktirmek

Arca işbölümü yapmış aramızda oyun İlker’in payına düşüyor, kitap benim.
Ben oyun konusunda pek becerikli değilim, faaliyetle filan işim olmaz. Zevk almıyorum ve Arca da salak değil zevk almadığımı illa ki hissediyor.
Koşmaca seviyorum, saklambaç… Az biraz büyüsün de yakan top oynayalım istiyorum, sonra ortada sıçan oynayalım. Yani öyle araba yarıştıralım, yok kudurmaca oynayalım bana göre değil. Dedim ya sakarlıklarımdan nasibini alan Arca da akıllandı bana adrenalini düşük faaliyetleri uygun gördü.

20 Ağustos 2013 Salı

Reklam değil tavsiye

Vallahi değil, para verip aldım. Maksat vatana millete faydamız olsun.
Kimin tavsiyesi hatırlamıyorum, bir bulsam o mekanı cennetlik insanı elinden öpeceğim.
Söylemesi ayıp kokarım ben. Terleyince kim kokmaz?

16 Ağustos 2013 Cuma

Amaannn kaçmıyor ya!

Sabahları 06:00 dedin mi ayaktayım. Önce kocaman bir bardak limonlu suyumu içiyorum. Çayı demleyip taptaze bir sabahı yoga ile ısınarak, güneşe selam ederek ve enerji depolayarak karşılıyorum, sonra mekik aletinde elli adet mekik çekiyorum. Karın kaslarımın bir defada 120 mekik çekebildiğim günlere kavuşmasına çok az kaldı.

Dumur diyalog #103

Patlak topun üzerinde dengede durmaya çalışan Arca'ya: "annecim düşeceksin bak o top düşürecek seni!"
A: "topların hepsi yuvarlak hepsi düşürür"
--------

Arabada giderken tükürüp duran Arca'ya : "annecim tükürme!"
A: "tükürmüyorum ki!"
Y: "ya n'apıyorsun?"
A: "Ağzımda tükürüğü karıştırıp fışkırtıyorum"

15 Ağustos 2013 Perşembe

Tek yumurtadan bir porsiyonluk krep tarifi

Arca yumurtanın sarısını yemiyor. Daha doğrusu yemiyordu. Sebebin ne olduğunu bilmiyoruz ve açıkçası öğrenmeye de gerek görmedim. Ne değişecek ki? Yumurtanın sarısı hakkında kararını vermiş. Evet tabii ki protein dedik, büyütür dedik yesen iyi olur filan dedik, daha da bir şey demedik. Ne diyeceğiz ki? Sadece fazlasıyla et yiyor, proteini de o kaynaktan sağlayıversin dedik, ilişmedik.

14 Ağustos 2013 Çarşamba

Okula gitmeyeceğim!

İlk defa “okula gitmeyeceğim” isimli türküyü çağırmaya başladığında bahar aylarıydı. Dedik ki “nisan mayıs aylar gevşer gönül yayları” ve hatta dedik ki “pek uzun zamandır hastalıklarla boğuşuyor uzaklaştı haliyle okuldan” ve hatta düşündük ki NA ile çok güzel eğleniyor, okula gidesi gelmiyor.

Cehennem

Tatil kitaplarının biri de Cehennem’di. Çok zaman önce Dan Brown okumamaya karar vermiştim. Sebebini hatırlamıyorum, bir overdose durumu mevzubahisti muhtemelen. Sonuçta pek aklımda değilken onu kitaplığa nasıl dahil ettiğimi hepimiz biliyoruz.

13 Ağustos 2013 Salı

Bu kadar basit !

Arca’nın her şeyi ama her şeyi en ince ayrıntısına kadar sorduğu zamanlarda Tübitak yayınlarının mini ansiklopedisini almıştım. İnternetten siparişin bazen yaşına uygun olmayan kitapları seçmiş olmak gibi riskleri oluyor. 8 yaş imiş. Açıp okudum, 35 yaş bile olabilirmiş, zira benim bile bilmediğim ne çok şey varmış. Bir de fen lisesi mezunu olacağım. Arca’ya vermedim bile kitabı, öyle bir yerlerde duruyordu.

Yaz kitabı diye bir şey var.

Akşamlardan bir akşam çekirdek aile olarak Çeşme merkeze indik. Miskin yer cücesini dondurma vaadiyle kandırmıştık, evde yayamayıp yürüyüşe çıkarmamıza gıcık olmuştu, suratı beş karış yürüyordu önümüzde.
Ben çocuklar gibi şendim. Bayılırım sahil kasabalarının çarşılarına. Henüz yazlığımızın olmadığı yıllar Kuşadası’nda Yetiş Motel’e giderdik. Arka kapısından girersin, öyle görevli filan yok, önüne çıkana sordun mu seni odana yerleştiriverirler. U biçiminde sıralanmış odaların kapıları, içinde envai çeşit bitki olan bir orta bahçeye (daha doğrusu çiçekliğe) açılır. Odalar karanlıktır ve dolayısı ile acayip serindir. Masalarında kutu oyunlarının, tavla ve satranç tahtalarının olduğu lobiden aşağı denize inersin. Çocukluğumun nefis mercimek çorbasını, çorbanın içindeki tereyağlı kıtırları ilk o motelde yediğimi hatırlıyorum. Hala duruyor mu bilmem ama o günlerin en sevdiğim ritüellerinden biri de yemekten sonra Kuşadası çarşısına gitmekti. Annem, ablamla beni tertemiz giydirirdi. Maraş usülü dondurmayı dondurmacı şakasıyla kapar yerdik. Ufak tefek hatıralar alırdı babam bize, bir deri kolye, belki sandalet… Ne zaman bir sahil kasabasının çarşısına insem çocukluğum aklıma gelir, çocuklaşasım gelir.

12 Ağustos 2013 Pazartesi

Hakkımda bilinmeyen fakat “bilinse de olur bilinmese de olur” türdengerçekler

Muhterem kocam ve kardeşi çocuklukları hakkında pek az şey hatırlıyor. Hayret verici zira ben bile İlknur’un çocukluğuna dair pek çok şey hatırlıyorum. İlknur neredeyse otuz yaşında olduğuna göre, var sen düşün İlker’i ne kadardır tanıdığımı.
Ben? Ben doğumumdan öncesini bile hatırlıyorum. Gülmeyin len! Hatırlıyorum. Babamın babası, herkes tarafından çok sevilen bir insanmış. Herkes hürmetle anar kendisini. Bir de bir resmi vardı bizim evde. Tamam işte! Onunla ilgili anılarımı bile anlatırdım. Rahmetli, ablam üç aylıkken vefat etmiş.

Kendine ait bir oda

Virginia Woolf'un feminizmin kitabını yazdığını kabul edersek "kendine ait bir oda" da feminizmin kitabının ta kendisi oluyor bu durumda. Virginia ablamız der ki; kadının kendine ait bir odası, geliri ve kendine ayıracağı zamanının olması lazım... yazmak için.

5 Ağustos 2013 Pazartesi

Arca n’apıyor?

Pazartesi, Salı ve Çarşamba günleri NA ile şehrin tadını çıkarıyor.


Kah evde yayılıp oynuyorlar, kah komşu çocuklarıyla toplaşıp parkta sabah pikniği yapıyorlar. Gün geliyor metro ile geziyorlar. Akşamları anası ve babasıyla bol kudurmacalı saatler geçiriyor. Yatmaya yakın odasının klimasını açıp iyice serinletiyor ki keyifle uyuyabilsin. Evet gıdada eti, uykuda serinliği sevmesini babasının genlerine bağlıyoruz. Gel gör ki babasıyla uyku, anasının seyahatte olduğu akşamlar haricinde tercih edilmiyor. Salı akşamları uyku öncesi aktivitesi çanta toplama. Çantalar teker teker hazırlanıp kapı önüne akşamdan konuyor.

Çarşambaları ya anneanne-dede ikilisi ya da babaannesi bizim yer cücesini ve kapının önündeki eşyaları doğru yazlığa götürüyor. Yer cücesinden mutlusu yok.

Özdere’de çoğunluğu annesinin çocukluk arkadaşlarına ait yaşıtı sekiz kadar oğlan çocuğu ile sokakta oynamaya bisiklete binmeye bayılıyor. Özellikle Ali Emir favorisi. Araları sadece bir ay ve müthiş eğleniyorlar birlikte. İcat ettikleri oyunlar o kadar eğlenceli ki... Geçen haftaki oyun “Ali Emir’in ablasını bulma” oyunuydu. Bütün siteyi bisikletle dolaşıp bulmaya çalıştılar, artık akşam olduğunda ablası bunları buldu. Bir de zıp zıp var, illa ki akşamları gidiliyor, zıplanıyor. Dondurmadan yana stoklu çalışmayı uygun görüyor cüce, muhakkak her gün bir dondurma alınıp buzluğa atılıyor. Bir de anasının yüklenip getirdiği sandalyesine kuruluyor.

Çeşme’de pek yaşıtı yok ama bazen kankası Poyrazla denk geliyorlar yeay!! bir de tabii ki Deniz var! Bu sene Deniz’i tenhada sıkıştırıp orasını burasını acıtayım derdinde değil. Bir olgunluk geldi üstüne, Deniz de kendini sağlam savunuyor, Arca üzerine yürüdü mü basıyor çığlığı katiyen altta kalmıyor. Kardeş şart değil ama kuzen şart! Zira bir geçenlerde tüm hafta İzmir’de geçirdiğinde Duru’cuğu ile müthiş eğlendiler. Bazen diyorum ki önceden Arca’ya bir abla doğuraymışız iyiymiş.

İki bahçede de biberler, acurlar… Arca’nın her daim taze taze atıştıracağı kaynaklar mevcut.

Uzun lafın kısası “Arca n’apıyor?” diye soracak olursan şehirde olsun, yazlıkta olsun, tatilin tadını çıkarıyor. Ha bir de hiç ama hiç okula gitmek istemiyor. Sabah yaptığımız uzun konuşmadan da bir çözüme varamadık. Ama vardığımız sonuç arca okula kesinlikle gitmek istemiyor. Sonbahar geldiğinde ne halt edeceğiz bilmiyoruz.

3 Ağustos 2013 Cumartesi

Dumur diyalog #102

Dergide kahraman bir köpeğin haberini okurken;
Y: annecim bak ne kadar cesur bir köpek sahiplerinin hayatını kurtarmış.
A: maşallah!
----------

Babaannesiyle matematik çalışırken(!)
B: arca gel sana ikişer ikişer saymayı öğreteyim
A: tamam
B: 2-4
A: niye 1-3 değil?

-----------
Sabah dondurma paketlerini çöpte bulan Arca "neay siz magnum mu yediniz ben uyurken!"

--------

Benzincide oyuncak araba rafına bakarken,
"bu arabaları kimse almamış annem kimse istememiş bunlar yalnız kalmış"

2 Ağustos 2013 Cuma

Akıllı alışveriş – mi acaba?

Ben buradan alışveriş danışmanı (reyhan özledim bacım) gibi rehber, el kitabı filan yazıyorum ya, bir halttan anladığım yok aslında. Kendi totomun ölçüsünden bihaberim. Geçen öve öve bitiremediğim, 14 TL’ye iki takım pijamam oldu diye ballandıra ballandıra anlattığım pijamalar var ya, hah işte onları yıkayınca totom girmedi. Girse de tayt gibi durdu, yani iğrenç! Şimdi 3,5 TL’ye almışım, adamın kafasına atsam ne olacak. Taş bezi de yapamazsın. Allahtan benim bir numara küçük ebatlarımda yeğenim var! Verdim. Hmm tabii pijamasız kaldım ama sorun değil, haftada bir Pazar var, Pazar varsa ben oradayım. Bu sefer daha usturuplu bir tezgahtan aldım. Takımı 7,5 TL. Oldu oldu, olmadı Duru’nun pijama koleksiyonuna yeni bir takım geliyor!

Her zaman bu kadar salak değilim ama.. Misal geçen hafta Penti’nin internet sitesini keşfettim. Kışın oradan çorap alan arkadaşım çok. Benim de şiddetle bikiniye ihtiyacım var. Neyse girdim, doldurdum sepeti, 25% gibi bir indirim de var, oh mis. Nedense unuttum siparişi vermeyi, hayatıma devam ettim. Hafta sonu daha geçen sezon aldığım bikinin totosu eriyince siparişi vermek şart oldu. Bir girdim siteye 60 küsür TL’lik sepetim 42 TL’ye düşmüş yeay!!! İndirim 50%'ye çıkmış. Şansın gözünün yağını yiyeyim.

Yemedim ama her önüme gelene anlattım. Aman ne övünüyorum ne mutluyum, yav ben bu alışveriş işinden anlıyorum. Anlamayı bırak, inanılmaz önsezilerimle daha fazla indirim olacağını hissediyorum, allahım doğuştan bir alışveriş gurusuyum yeminle… Tabii ki siparişi verdim, beklemeye başladım.

İnternetten alışverişin en kötüsü de beklemektir. Kargoya verilesiye kadar beklersin, verilir teslim edilesiye kadar beklersin. Bekler allah beklersin!

Bekledim. Sipariş takibinden Perşembe günü elime ulaşması gerektiğini görüyorum, gel gör ki saat beş oldu gelen giden yok! Ulen her gün uğrayan kargocu, leylek beklemiyoruz ya! Yok girdim yine internet sitesine bastım kargo takibine, abovvv şube değiştirmiş. Abicim ne şubesi belli değil mi adres? Açtım sordum tabii. Telefondaki kadın sesi “yanlış şubeye gönderilmiş, bu sebepten araç şimdi bize getiriyor, yarın bize ulaşır, biz de yarın size göndeririz” diyor ama sesinde mesai saatinin bitmesine az kalmış insanlara özgü bir sabırsızlık ve bitkinlik tonu kuvvetle hissediliyor.

“Hmm peki, dün ta İstanbul’dan İzmir’e gelebilmiş bir paket nasıl oluyor da aralarında 10 km bile olmayan iki semt şubesinin birinden diğerine aynı sürede ancak ulaşabiliyor?”

Sorumu katiyen anlamadı ama bir şikayette bulduğumdan son derece emin. Zira telesekreter tonundaki sesiyle hızlıca dökülüyor ezberi diline “bizimle bir ilgisi yok bunun hanımefendi, bize yarın gelecek, göndereceğiz”

Var ya aslında çok göt olabilir ve hattın ucundaki bezgin bekirin kızkardeşini ağlatabilirim. Ama üstüne varmıyorum. Zira ertesi gün elime ulaşması yeni bikinilerimi tatilde giymem için yeterli.

Ertesi gün kargoyu takibime alacağım, bakalım semtler arası o pek uzak yolculuk tamamlandı mı, paket ofise gelecek mi? Giriyorum yine, siparişlerimden bakacağım. BAM! “Plaj ürünlerinde 70%’e varan indirim!”

LEAYNNNNN! Bir siparişim geleydi allahsızlar! Bir sahilde salınaydım şerefsizler! Allah tepenizden baktırsın! Nerde ulen benim bikinilerim! Utanmıyor musunuz beni kandırmaya!

Tam bir Nasreddin Hoca’nın doğuran kazan fıkrası içindeyim.

Hayır bikiniler de gelmedi iyi mi! Sabahın köründe sen yükle araca akşam oldu hala yok piyasada. Zırt pırt şubeyi arıyorum, bu defa "bizimle ilgisi yok" demesine fırsat vermeyeceğim ağlatacağım, ama anladı mı ne, telefon mütemadiyen meşgul. Kiminle konuşuyorsun lan!
Bir taraftan da gözüm pencerede... Karşı dükkanların sigara içmeye çıkan çalışanları onları kesiyorum sanacaklar, halbuki bilseler kargo kamyoneti dikizlediğimi... derken hah geldi! Nerdesiniz be oğlum! Ulen gidiyor! Gitme lan nereye gidiyorsun? Hayır karizmamın çizilmesinden tırsmasam atacağım kendimi sokağa. Ama penti için kendini yollara vuran kadın imajı profilime ters. Gitmiyorum, bekliyorum, hop döndü. Pencereden de el sallayamıyorum, karşıdakiler paketi tüttürdü şerefsizim! Ah ulen internetten sipariş verenin taaaa....
Yanaştı allahtan ama yan binaya. Ha boyna bir şey indiriyorlar. Senin sevkiyatın mı değerli benim tatil öncesi bikinilerime kavuşmam mı?
Neyse artık üstünde durmuyorum, bugün arabayla geldim, olmadı akşam alırım şubeden hem bizzat ağlatırım ablayı diye teselli buluyorum, çalışmaya devam. Allah çalışanı sever, bak, beş dakika geçmiyor getiriyorlar paketi.
Deniyorum tuvalette, oldu gibi be!
Israr etmeyin len diri fücudumun bikinili görsellerini paylaşmayacağım, hıh!
Ulen var ya tam da tatil öncesi, iyi oldu be, iyi oldu iyi oldu... hem baksana 50 liraya üç bikini... iyi oldu iyi oldu... Akıllı alışveriş işte:P

Görsel açıklaması: şimdi ben ofise metroyla gidiyorum ya yanımda bişey taşımayayım diye makyaj çantası, topuklu ayakkabı torbaları bilimum dergi vs... Hep ofiste. Dokuz günlük tatile çıkacağım ya ufak çapta taşındım bu akşam.

Arkası yarın - 2

Boğazına kadar fotokopi işine gömülmüş yirmili yaşlarının başındaki gençten bir oğlan çocuğu beni görünce gülümsedi, buyur etti. Hmm derdimi ve olayın ehemmiyetini anlatabileceğim bir samimiyetle karşılanmak güzel. Hemen başladım anlatmaya. Ama ta Çin'e gitmedim bu defa...


İlker'in en komik bulduğu yönlerimden biri gevezeliğimdir. Bir şeyi anlatacaksam ecdadından başlarım. Üniversitedeyken bir gün ablam bana kargoyla ayakkabılarımı gönderdi, herhalde unutmuşum gelirken arkamdan gönderivermiş. Artık adres mi yanlıştı, neydi bilmiyorum, kargo kaldığım yurda ulaşmadı, illa ki şubeden teslim alacağız. Şube de o zamanlar Tarlabaşında bir yerlerde, bir türlü bulamıyoruz haliyle esnafa soracağız. Ben başlıyorum anlatmaya "şimdi abicim ben salak gibi ayakkabıları unutmuşum, eh hava malum soğudu, kıyamam ablam da bana kıyamamış kargo etmiş" "neyi" "ayakkabıları" "hangi ayakkabıları" "postal olanları siyah var bir de kahverengi ucuz buldum aldıydım dönüşümlü giyerim diye..." Sohbetin burasına kadar nasıl sabrettiği hala muamma olan İlker lafa girer "yav abicim sen bize yurtiçi kargo şubesi nerde burda bi söylesene" bilmiyordu. Hay allah... Böyle böyle esnafın bir kısmı ile ahbaplık kurmamamıza ramak kala şubeyi bulduk.

Bitmedi! Bir de karakol maceram var. Bir gün benim okulda çantam çalındı, yine İlkerle Tarlabaşı karakoluna gittik, komiser o sihirli kelimeyi telaffuz etti, etmeyeydi iyiydi ama etti yapacak bir şey yok! "anlat" dedi. Dediğine pişman oldu mu bilmiyorum ama o günlerde benimle yollarını ayırmayı düşünmediğine göre İlker'in bana derin bir aşkla bağlanmış olduğundan eminim. Gönül işte ota da konuyor gevezeye de... Neyse nefes almak için es verdiğim zamanlarda araya girip"yeliz çantayı nereye bıraktın onu anlat" diyerek araya girmiş, devletin memurunu işten alıkoymak suçunu işlememi engellemeye çalışmıştı. Gezi direnişçilerinin arasına katılabilseydim emin ol, orantısız gevezelik yöntemiyle çevik kuvvete hayatı zindan edebilirdim. Neyse verilmiş sadakaları varmış. Demem o ki, Tarlabaşı semti, esnafından karakoluna beni iyi tanırdı o yıllar. 

Yıllar geçti, olgunlaştım haliyle... en azından ecdadından başlamıyorum, daha doğrusu hemen ilk cümlede başlamıyorum, sohbetin ilerleyen aşamalarına bırakıyorum. Hayatımı az konuşangillerden İlker ile paylaşmamın bu olgunlaşmada etkisi yadsınamaz, sadece yaşlanmışlıkla alakalı dersek muhtereme haksızlık etmiş oluruz.

Vitrininde "PVC kaplanır" yazısını gördüğüm dükkanda da paraların özgeçmişine girmeden anlatmaya çalıştım. İtinayla cüzdanımdan çıkardım, kıvrılmış olan o küçük kenarı incitmeden kısa tırnağımın ucuyla düzelttim. "Hatıra parası, yani saklamak istiyorum. hani PVC filan kaplatırsam başına bir şey gelmeden uzun yıllar saklarım." 

Duyarlı çocuk, hareketlerimdeki özenden, sesimdeki ciddiyetten paraların benim için değerini anladı. Nasıl bir şeffaf plakanın arasında koyacağını, makineden çıkarınca bir güzel kesip takdim edeceğini uzun uzun anlattı. Bu genç çocuğu şimdiden sevmiştim. "Yalnız" dedi, "makineyi yeni çalıştıracağım bir beş dakika ısınması lazım" hiç sorun değil. Gözüm gibi baktığım paralarımı, aldı tezgahın arkasına gitti. 

Ben de, o dükkan içinde beklemeye mahkum insanların yapmacık merakıyla çevremi incelemeye başladım. Tavandan tabana kutular, kutuların üzerinde "Nihat Hoca", "Erdal hocanın 3. dönem notları" gibi etiketler var. Bir taraftan da diğer eleman tarafından sürekli fotokopi çekiliyor, ben etrafı incelerken önümdeki tezgahın üzerine spiral ciltli ders notları bırakılıyor teker teker.

En üsttekini aldım, okunacak bir şey nihayetinde... İnsan ilişkileri, iletişim mi ne öyle bir ders. Millete bak ne kek dersler alıyor yav, hiç bizimki gibi Akışkan mekaniği, yok makine dinamiği gibi dersler değil. iletişiriz abicim bunda ne var? 

Ben fakülteler arası ders programı eleştirimi iç sesimden yaparken tezgahın öte tarafında bir hareketlenme vukuu buluyor. Fotokopi çeken diğer eleman da şimdi benimkinin yanında. Bir koku bir duman geliyor peşi sıra... 

"hop n'oloyr orda?" demeye kalmadan bizim eleman çıkıyor tezgahın arkasından, elinde de dumanlar çıkaran makine. Atıyor tezgahın üzerine, kim dokunursa "ay ay ay" diye çekip kaçıyor makinenin uzağına. Ben şaşkın surat bakışımı bizim delikanlının göz bebeklerine dikip soruyorum: "o makine benim makine mi" gözlerini kaçıramıyor, boynundan başlayarak saç diplerine kadar kızarıyor: "şey sizin paralar... Yani kurtaracağız ama hani kurtulamazsa ben onu telafii...."

"Neay!!! Lan tee çinlerden buralara taşıdığım, gözüm gibi baktığım, tırnağımın ucundan sakındığım, hatırası maneviyatı tarif edilemez, yerine katiyen bişey konamaz paralarımı yaktınız mı leyn!!"

Demem gerekirdi. Demedim. Puhhahahaha diye gülmeye başladım. Zavallı çocuk nasıl bir manyakla başbaşa olduğunu anlayamadı. içinden "deli lan bu şimdi gülme krizi bitecek yüzümü gözümü tırnaklayacak kafa göz dalacak" diye geçirdiğine neredeyse eminim zira o refleksle geri geri tezgahın arkasına kaçtı. Gülmem bitince "yav boş ver, ben şimdi gidiyorum, sen kurtarabildiğini kurtarmaya çalış ben sonra uğrar sorarım." Dedim. 

Rahatlar gibi oldu ama temkini elden bırakmıyor "hocam, ben şimdi nereden bulabilirim yerine koymam lazım" bir taraftan gülüyorum bir taraftan "çinden getirmiştim gidecen mi?" Diye kafalıyorum. "Yani tabii gidemem ama hani bedelini ödeyeyim" ay içim şişti "100 dolara tekabül ediyor, desem çıkarıp verecen mi?" Gözleri kocaman açıldı garibimin. Serde analık var kıyamıyorum gençlere "yok canım kardeşim 1 dolar bile değil maneviyatı vardı..." Haaassss maneviyat demeyeydim iyiydi şimdi salya sümük ağlayacak.

Diyaloğu daha da uzatmıyorum "hadi uğrarım ben sana hadi kaçtım" diyor harbiden de kaçıyorum. 

Metroya bindiğimde gala gülüyordum. Neden ki? Bu kadar itinayla sakladığım özendiğim şey salak oğlan çocuklarının dikkatsizliği yüzünden muhtemelen kül oldu, niye gülüyorum. Bir kere kaza tabii, yani bitmiş gitmiş neyine üzüleceksin artık. Ama daha çok acaba Arca cücesinin on beş sene sonraki haline mi benzettim diyorum. Neyse ne.... 

Birkaç gün sonra ofisin çekmecesini karıştırıyorum bingo!!! Varmış lan o paralardan, buraya bir yere atıvermişim yeayyyy! Demek bilinçaltında bir yerlerde o paraların yedeği olduğunu biliyormuşum. Yoksa bırak oğlumun geleceğini anımsatmasını Arca'nın kendisi olsa direkt dalardım, öyle anlayış timsali gülecek kadın mıyım lan ben! Dükkanı da bilmem ne hocasının bilmem ne ders notlarını yakardım şerefsizim! 

Anlayış timsali değilim ama yumuşak kalpliyim. Hem paraların akibetini de merak edyorum, yine uğradım geçerken. "Hatırladın mı beni?"
"Hocam hatırlamaz mıyım! Senin paraların birini kurtardık." "Aa iyi hangisi?" "Yok yani önce kurtardık sonra bizim öbür eleman tuttu ucundan para ikiye ayrıldı. Ben şimdi telafi.."
Ay yok aynı cümle sirkülasyonuna giremeyeceğim. 
"Tamam tamam bende varmış yedeği onu söylemeye geldim hadi üzülme" derken ikna etmek için cüzdanıma uzanıyorum.
"Aman hocam bana verme sen onu poşet dosyada filan sakla"
"Hadi ya ben de sen halledersin diyordum"
Bu çocuk, yok Arca'nın on beş sene önceki hali olamaz gülmedi lan bana, ben koşar adım dükkandan kaçarken hala "yok hocam ben onu almam yapmam" filan diyordu. Te allaam!

1 Ağustos 2013 Perşembe

Blog anketi geri bildirim raporu

O kadar sorduk, yazdınız, eşek değiliz ya bir rapor hazırlayacağız, belli sonuçlara varacağız elbet : )

Arkası yarın - bölüm 1

Televizyonda "asfalta yumurta kırdık, pişti" haberinin çıkacağına emin olduğum günlerden biri, yerin sıcağı terliklerimin tabanından bütün ayağıma yayılıyor. Arca da kesin yazlıkta zira kampüsün duvar kenarı boyunca yürürken hiç acelem yok. Bu telaşsızlığı özlemişim, ancak bu ara sadece Arca 80 km kadar uzak olduğunda yaşayabiliyorum. Evde beni heyecanla beklemiyor bile olsa, evdeyse benim ayaklarım kıçıma değiyor mesai bitimi.

Keten elbisemin altına o parmak arası terlikler ve sırtımda spor çanta ile biri "altı şişhane üstü memişhane ne demektir" diye sorsa, tereddütsüz eşkalimi verebileceğin bir kreasyon içindeyim. ve allah seni inandırsın, sallamıyorum! Buradan pazara gideceğim, neyime el çantası, neyime topuklu ayakkabı? Üzerimdekileri çok net hatırlıyorum zira bunları düşünürken otobüs duraklarının bulunduğu meydandaki bütün dükkanlarn vitrinlerinden yansımamı seyretmekteyim. Vitrinlerin birinde bir yazı gördüm ve hop iki adım geri attım : "PVC kaplanır, fotokopi çekilir" 

31 Temmuz 2013 Çarşamba

Entari

Kim söylemişti, hatırlamıyorum. Bir arkadaşımın annesi olabilir. Kadının gençliğinin ‘60’larda ya da ‘70’lerde geçtiğine eminim. Zira şöyle demişti; “ya şimdi ne çok kafa yoruyoruz ne giyeceğimize. Altına neyi giyelim de üstüne ne uyduralım, düşünüp duruyoruz. Bizim gençliğimizde ne güzel entarilerimiz vardı, geçirdin mi sırtına, oh tamam!”
Budur abicim! Sırtına geçirivereceğin tek parça entarilerin olacak. Dünyanın en pratik kombinlemesi, budur! yani kombinlememek : )

Bugün ne giyecem! ("Bugün ne giydim"ci özentisi)

“Of ya bunun üstüne giyecek hiçbir şeyim yok!”
"Ay giyecek hiçbir şeyim kalmadı!”
“yüz ellinci beyaz gömleğe şiddetle ihtiyacım var!”
“ay hep beyaz gömlek hep mavi gömlek! hiç şöyle değişik bir şeylerim yok!”
….
Şeklinde sızlanıp gardırobun önünde her sabah dakikalar harcamayan tek kadın var mı bu dünyada?

30 Temmuz 2013 Salı

Blog anketi – cevaplamayanı yakarım!

Siz benim burada bacım, ablacım muhabbetleri yaptığıma bakmayın, yazdıklarımı okuyan kocamdan başka bir erkek var. Yani en azından benim bildiğim kadarıyla bir adet: ) Hayır takipçi cinsiyetlerini araştırmışlığım yok, söz konusu şahıs ara sıra yorum yazar, oradan bilirim.

Erkeklerin açık sözlülüğünü çok seviyorum.

Fakültedeki sınıfımda tek kız bendim. Bu tekillik, sahte yoklama imzası attırdığımda başıma çok dert açmıştı, zira zekasını asla küçümsemediğim bir hocam, “hep bir yeliz imzası var yoklamalarda ama ben sınıfta hiç kız görmüyorum” diyerek beni devamsızlıktan bırakmıştı. “SENİN GÖZÜN SINIFTA KIZ MI ARIYOR TERBİYESİZ!!” diye üste çıkma zırvalıklarım nafile bir çabadan öteye geçmemiş, kös kös yaz okuluna gitmiştim.

Allahım çok konuşuyorum, bir sus diyenim yok!

Pes! Vallahi pes!

Geçen yaz her hafta sonu bir çuval oyuncağı evden yazlığa, yazlıktan eve taşımaktan bıkan muhterem kocam çareyi Arca’yı oyuncak tanzimi konusunda ikna etmekte bulmuştu.
Oyuncaklar üçe ayrılacaktı. Anneannenin yazlığına gidecekler, babaannenin yazlığına gidecekler ve evde kalacaklar. Bunun yanı sıra Arca’ya 4 arabalık serbestlik sağlandı. Arca bunları belirleyecek ve her hafta sonu sadece bu oyuncak arabalar bizimle seyahat edecekti, tanzim edilmiş olanlar katiyen yer değiştirmeyecekti. Hepimiz bu anlaşmayı makul bulduk ve bir süre devam ettirdik.

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Izgara mantar tarifi

Ev işi = gönül işi
Gönülden yapılmadı mı belli ediyor zaten kendini.
Kiminin evi bal dök yala, kimi ölmeyecek kadar hijyen sağlayabilirse ne ala!

27 Temmuz 2013 Cumartesi

3.KÖPRÜYE NEDEN KARŞIYIM? / #KöprüdegilTopluTasima

Toplu Taşıma medeniyettir.

Arabasız kalacağım için söylüyorsam şerefsizim! Çok samimiyim!

Ki henüz arabasız kalmadım, yani İlker kendi arabasını satmadı, buna rağmen mecbur kalmadıkça arabayı almıyorum. Şimdiye kadar aklın nerdeydi dersen, şöyle anlatayım, metro durağı yürüme mesafesinde değildi, metroya kadar kötü bir İnönü caddesi trafiğine girerek ve üç araç değiştirerek ofise varmam gerekiyordu, üstelik yaktığım mazottan daha fazlasını harcıyordum. Artık on dakika yürüyüp metroya biniyorum. Oradan da bir otobüsle ofise varıyorum ve aktarma olduğu için tek bilet parası ödemiş oluyorum, yani maddi olarak da daha karlı. Evet belki evden yarım saat erken çıkmam gerekiyor ama umurumda değil. Zira çok yakında dibimdeki durak açılacak ve ben çok daha kısa sürede varacağım.

Bunları niye anlatıyorum biliyor musun? Çünkü toplu taşıma medeniyettir. Ama insana yakışan bir toplu taşıma. Seni trafiğe sokmadan, dolayısıyla trafiği de senin yüzünden arttırmayan toplu taşıma. Trafiğe fazladan ve gereksiz yere çıkan her araç çevreyi kirletir, gereksiz yere yakıt tükettirir.

Dün Elif’in birçok blog yazarı ile birlikte yayınladığı ortak yazısında olayı anlamamış ve 3. köprüyü bir hizmet olarak gören okuyucusuna da bunu anlatmaya çalıştım. Köprüden geçen araç sayısındaki artışın insan sayısındaki artışa göre daha fazla olması “hizmet” anlamına gelmez. Satın alırken de deposunu doldururken de servet harcadığımız özel araçlar için köprü yapmak yerine medeni toplu taşıma projeleri “hizmet” anlamına gelir. (Bak medeni deyip duruyorum, konserve kutusu metrobüslerden bahsetmiyorum, metrodan bahsediyorum, deniz yolundan bahsediyorum)

“Sen İzmirlerden ahkam kesme bakiim” diye aklından geçirenin gözünden anlarım, “her ay İstanbul’a yaptığım iş seyahatlerini geçtim, bu ülke hepimizin, doğa katliamı, çevre kirliliği hepimizin mücadelesi olmalıdır” der, ağzının payını veririm!

İrem afşin ve Banu Conkere aşağıdaki yazı için teşekkürler.

------------

Ben bir anneyim/babayım. Anne olmak sadece doğurmak değildir./ Baba olmak sadece çocuğu için para kazanmak değildir. Anne/ Baba olmak geleceği yetiştirmektir. Bir çocuk gelecek için yatırımdır. Çocuklarımızın sağlıklı olması en büyük servetimizdir. Bunun için de sağlıklı yiyecekler, kirlenmemiş, yok edilmemiş bir doğaya ve temiz suya ihtiyacımız var.

Ben İstanbul’da yaşayan bir anneyim/ babayım. Kış geldiğinde şehrin üstüne inen kirli hava pusunun altında nefes almaya çalışıyoruz. Ben çocuğumun temiz havayı içine çekmesini, toprağın kokusunu duymasını istiyorum, çünkü bunu ona borçluyum. Kızılderililerinin dediğine inanıyorum, “biz dünyayı çocuklarımızdan ödünç aldık”. Dünyayı daha iyi bir şekilde onlara geri vermeliyiz.

Yaşadığımız şehirde doğa rant hırsı ile uzun yıllardır fazlasıyla tahrip edildi. Şimdi bir de yıllardır konuşulan 3. Köprü’nün yapımına başlandı.
• Eğer 3. Köprü yapılırsa; trafik için çözüm olmayacak, ancak çevreyollarının kenarları yeni sitelerle doldurulacak.
• Eğer 3.köprü yapılırsa, zamanla ormanların içindeki su havzaları ortadan kalkacak ve susuzluk sorunu ile yüzleşmek zorunda kalacağız.
• Eğer 3. Köprü yapılırsa, suların kirlenmesi çevrenin daha da sağlıksız olmasına neden olacak.
• Eğer 3. Köprü yapılırsa, sadece İstanbul değil, Kocaeli ve Çatalca yörelerindeki verimli topraklar da beton yığınlarıyla kaplanacak.
• Eğer 3. Köprü yapılırsa, İstanbul’un giderek azalan yeşil alanları hızla iyice küçülecek, sıcaklık dayanılır olmaktan çıkacak.

Böyle bir şehirde nasıl yaşayacağız? Çocuklarımızı büyütmek istediğimiz şehir bu olabilir mi?

İstanbul’un ilk Boğaz Köprüsü 1973’te, ikincisi 1988’de açıldı. O zaman gösterilen gerekçeler, iki kıta arasındaki ulaşımı kolaylaştırmak ve trafik sorununu çözmekti. Ama sorun, yıllar geçtikçe daha da içinden çıkılmaz hale geldi.
Çünkü köprüler trafiği azaltmıyor, aksine kendi trafiklerini yaratıyor.
Çünkü köprülerin taşıdıkları yolcu değil araç!

Birinci köprü açıldıktan bir yıl sonra:
Boğazı geçen insan sayısı yüzde 4 artarken
Boğazı geçen araç sayısı yüzde 200 arttı!


İkinci köprü açıldıktan sonra bugüne kadar:
Boğazdan geçen insan sayısı yüzde 170 artarken
Boğazdan geçen araç sayısı yüzde 1180 arttı!

Yolcuların yüzde 63’ünü taşıyan toplu taşım araçlarının köprü trafiğindeki payı yüzde 10
Yolcuların yüzde 37’sini taşıyan özel araçların köprü trafiğindeki payı yüzde 90

Özel araçların yarattığı trafik sıkışıklığını karşılamak için İstanbul Boğazı’na 2020 yılında 7 köprü, 2040 yılında 70 köprü yapılması gerek! Köprülerle örtülmüş bir boğaz hayal edebilir misiniz?

Ben bir anneyim/ babayım, çocuğum için 3. Köprü’nün yapılmasına karşıyım.
Trafiği çözmek istiyorsanız toplu ulaşımı arttırmanızı istiyorum. Trafiği çözmek istiyorsanız, bilinçli araç kullanımının yaygınlaştırılmasını istiyorum.
Köprü değil, sağlıklı yaşam ve çevre için bilinçli toplum ve toplu taşıma istiyorum!

Sizleri 3. köprüyü engellemek ve daha iyi bir geleceğe sahip çıkmak için sosyal medya üzerinden yetkililere baskı yapmaya çağırıyorum.

Daha ayrıntılı bilgi için: http://www.spoist.org/dokuman/Raporlarimiz/spoist_3.koprurapor.pdf

25 Temmuz 2013 Perşembe

DIY'ın dibi: "Handmade bookmarks" diğer bir deyişle "Allahım sana geliyorum!"

Üzerinize afiyet bir yaratıcılık peyda oldu bünyeye, bir şeyler yapmadan duramıyorum, allah seni inandırsın gözüm evin çerinde çöpünde!

Bazı kadınlar vardır, (belki erkekler de vardır da ben rastlamadım) dokundukları yeri güzelleştirirler. Benim Tea&Pot’çu eltiler böyle mesela. Sen IKEA’da üç tur atarsın, bunlar birkaç çerçeveden seyredilesi objeler yaratırlar. Ulen ben de baktım aynı çerçeveye nasıl görmedim dersin. Bizim Gamze mesela, itinalıdır, zevklidir. Bir şey yapar ama titizlikle yapar, öyle bakar kalırsın.

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Kulüpte kitap mı tartışıyoruz sanıyorsun? - Önceki yazının perde arkası

"Sen sadece “birinin karısı ve bir diğerinin annesi” olmakla mı yetineceksin yoksa “birinin karısı, birinin annesi ve sen” mi olacaksın? " dedim ve dün akşamki kitap kulübü toplantısından sonra fark ettim ki ben seçimimi çoktan yapmışım.
Abicim sen bizi kulüpte kitap mı tartışıyoruz sanıyorsun? 5-10 kadın toplanıp terapi yapıyoruz birbirimize.
Dün akşamki toplantının kitabı “Varoluş Yok oluş” idi. Kitabın içinden çekip çıkardığımız bir cümlenin üzerinde dakikalarca tartıştık.

“hayatım şöyle olacak” dediğin yaşlardan “böyle bir hayatım var”dediğin yaşlara...

Apartman girişindeki boy aynasından kendine yeni elbisenle manken pozu çakarken kapıcıya yakalanmaktan daha kötü bir şey varsa, o da iş çıkışı otobanda kazaya denk gelmektir, hatta daha kötüsü o günün “eve kadar tutarım” diyerek işemeden ofisten çıktığın gün olmasıdır.

“En kötüsü de ne biliyor musun?” listesine zirveden giriş yapmak istiyorsan, trafikte sana kaza yaptırmaya çalışan hanzoya yüksek desibelden küfret! Ama dikkat et cam açık olsun.

Sonra o listeyi al, kıvır kıvır münasip bir … çöp kovasına isabet ettir.

Çünkü o b.ktan muhabbetin tamamı hikaye.

23 Temmuz 2013 Salı

Kuzgun

Bizim yer cücesi bence dünyanın en muhteşem çocuğu değil. En akıllısı, en güzeli, en tatlısı … en en en …. bir şeysi değil. Olmasın da zaten. Ama benim çocuğum ve onu en bi çok sevmem için sebebe ihtiyacım yok. Diğer taraftan herkeslerin onu sevmesi, takdir etmesi gerektiğini de düşünmüyorum, daha doğrusu düşünmediğimi sanıyordum. Öyle değilmiş.
Geçenlerde markete girdik. Yazlığa giderken deniz terliğini unutmuşuz, marketten alacağız. Arca’nın ayak numarasında bir terlik seçtim ama en az üç numara daha küçük, katiyen girmiyor. “aa buna yanlışlıkla 27 yazmışlar” dedim.

Alaçatı Kuytu

Mekanist’in yemek davetini duyan İlker fena halde kıskandı beni. Konu yemek içmek oldu mu karım demez kıskanır, kendisi de güzel yerlerde yesin içsin ister. Sosyal medya ile yegane bağı benim twitter hesabım olunca, sen de üye ol, sen de gezgin ol, seni de davet etsinler yavrum dedim ama nafile. Adam bırak yorum yazmayı, bana sms bile yazmaz.

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Mekanist : Yeni hastalığım

Nihan beni Mekanist'in davetinden haberdar ettiğinde, "hmm dur bi bakayım" dedim. Zira benim gezme tozma işleri, bu yer cücesi aramıza katıldı beridir rafa kalkmıştı. Hatta hiç unutmuyorum Tuba ile yemekteyiz bir akşam, bunun telefonu bildirimden yıkılıyor, "aaa bu ne be?" dedim anlattı, böyle gittiğin yerlerden check in yapıyormuşsun. "Benim profil çok sıkıcı olur be, ev iş ev iş puhahah" demiş sallamamıştım, foursquare mi ne işte, oydu Tubanın kullandığı.

Bu ise Mekanist. Çok daha işlevsel bir şey. Sadece kim nereye girmiş çıkmış değil, "gittiği mekan hakkında ne düşünüyor?" "Nesi iyidir?" "Servisi? Fiyatı nasıldır?" gibi sorulara da cevap bulabiliyorsunuz. Hatta üye olduğunuz ve mekan ekleyip belli bir puana ulaştığınızda "gezgin" ve "guru" olabiliyor, etkinliklere davet edilebiliyorsunuz.

Cimri kadının alışveriş rehberi

İndirim dönemi haricinde elini cüzdanına atanı harcarım, bozuk para gibi harcarım.

Çok ihtiyacın varsa - ki hadi dürüst olalım, hiçbir kadının “gerçekten” hiçbir şeye çok ihtiyacı olmaz – o sitelerden alışveriş yapabilirsin. Ama o fotoğraflardaki çıtı pıtı hatunların üzerinde durduğu gibi duracağını sanıp da sepetini doldurma bacım. Zira senin gibiler sayesinde tekstil markaları on senelik outlet mallarını bir senede tüketmişler. Yapacağın şey basit, mağazalara sık sık uğrayıp deneyeceksin. Hem indirim öncesi tenha olur. Denediğin ürün bir şekilde o sitelere düşecek, düştü mü de havada kapabilirsin. Böyle bir Mudo elbisem var, allah seni inandırsın, indirimi beklesem bedenimde bulamayacaktım. Sezonda yarı fiyatına aldım.

İndirim döneminde bile sırf yeni üyesine 20 TL’lik ilk sipariş indirimi yapıyor diye, siparişimi ikiye bölüp İlker’i de üye yapıp, indirimin üzerine 40 TL’lik indirim almış utanmaz bir tüketiciyim. Üzerime deneyip hemen oracıkta telefondan sepete eklediğim ürünler var kaçmasın diye. Hayır mağaza ismi vermeyeceğim, sonra foyam ortaya çıkar, kapısından sokmazlar beni.

19 Temmuz 2013 Cuma

Anne ve Babalar için Okuma Önerileri

Geçenlerde bloga bırakılan yorumlardan biri "okuma alışkanlığı edindirme" üzerineydi.
Tesadüf bu ya, bugün mail grubunda bir arkadaşım aşağıdaki yazıyı paylaştı.
Kaynağına ulaşamadım tam olarak ama herhangi bir cümlesini gugıllayınca yazının önceden defalarca paylaşıldığını görüyorsunuz, oldukça eski bir yazıymış.
Kim hazırladıysa, eline sağlık, bütün düşündüklerimi yazıya dökmüş:)
Bana da paylaşmaktan başka bir iş kalmıyor:)

18 Temmuz 2013 Perşembe

Oğlan çocuklarının dünyası

Çeşme’de malum Allahın denizine kumuna para alıyorlar. Tatildeyken bir günümüzü şu “beach”lerden birinde geçirelim dedik. Lisedeyken toplanıp gittiğimiz Ayayorgi’nin salaş mekanları şimdi acayip isimli yerler olmuş, 70 TL’den kapı açıyor, bir de bilmem ne kadar da içeride harcayacaksın diyor. “Bağzı” sosyeteler gibi lahmacun+suşi menüsüne zaten asgari ücretlinin maaşını ödeyeceğin için harcama alt limitini haydi haydi aşarsın, endişelenmeye hiç gerek yok.
Bütçenin miktarını görünce hop direksiyonu daha makul beach’lerden birine kırdık. Denizi güzel, kumu güzel, güzel de içeriye girerken verdiğin para yetmiyormuş gibi bir de başında dikiliyorlar, belli aralıklarla ne isteriz diye soruyorlar. Arca’ya bir torba kiraz yıkayıp getirmiştim, utandım çıkaramadım.
Neyse… karar verdik sosyeteye karışacağız, o gün öyle…

Dumur Diyalog #101


Yaz ekranlarının fukaralığı, en çok boş vakitlerini televizyon karşısında geçiren muhterem kocamı etkiledi. Geçen baktım, televizyondan radyo açmama bile laf etmedi, uzanmış blogu okuyor, gözlerime inanamadım.
Hemen eleştirilerini sundu: “uzun zamandır dumur diyalog yazmamışsın” dedi. Doğru, en son mayısmış yazdığımda. (Bu arada kendisi de mayıstan beri bloga bakmamış, pis:P)
Onu bırak Arca’dan bahsetmiyorum bile, Gülçin dürtünce  fark ettim.
En iyisi yepyeni bir "dumur diyalog" ile Arca'dan haberlerin ısınma turlarına başlayalım.

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Halka indim

Flaş ! Flaş!
“Yılların otoban gülü”, “orta şeridin şoför Nebahat’i”, “azami hız = 100 km” Yeliz, yani bendeniz, toplu taşımaya geri döndüm! Halka indim yav!
Bunun benzine gelen son zam ile benzin fiyatının 5 TL’ye çıkması, dolayısı ile en yakın takipçimize açık ara fark atarak dünyanın en pahalı benzinini satan ülke sıralamasındaki birinciliğimizi sağlamlaştırmamızla bir ilgisi yok. 

16 Temmuz 2013 Salı

Bir çocuk kitabı ne gibi özelliklere sahip olmalı?

--- Haftalık çocuk kitapları yazıları artık sadece blogda:) kahrolsun bağzı satılmış medya :P ---

Önce çocuğumuzun yaşına uygun olmalı. Üç yaşındaki kızınıza “Bir genç kızın gizli defteri”ni okuyamayız. Sonra illüstrasyonları ilgi çekici olmalı. Çocuk deyip geçme, son derece seçiciler ve iyiden güzelden anlıyorlar. Eh bilinçli ana babalar olarak hikayenin de eğlendirirken (yani sıkmadan) eğitmesini isteriz değil mi? İsteriz isteriz!

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Genel istek üzerine… Mantarlı karides güveç tarifi

Genel istek derken Emine Beder, Devletşah kardeş, Portakal ağacı filan gibi aşçılardan bahsetmiyorum. Onlar kadar muhteşem yemek yapan annemi ve İlker’in annesini kastediyorum.

Evet ikisi de nefis yemek yapar. Ama balık sofrası kurulacaksa karides güveci ben yaparım! Söylemesi ayıp havamdan geçilmez. Bu ikisinin bilmediği tek tarifim var, bu da bana bir ömür yeter kanımca.

Küçük şeyler

Arca ile hastanede kaldığımız yaklaşık bir ay aslında korkunçtu. Bir tedavi vardı ama tam teşhis yoktu, her kafadan bir ses çıkıyordu, doğuştan mıydı, sonradan mıydı, neydi, nasıldı…

Hastaneden çıktıktan sonra bir gün, Kordon’da Ege’nin annesi Elif ile yürüyorduk, tedavi sürecinde bloga yazdıklarımı okumuştu ve nasıl böyle esprili bir dille anlatabildiğimi sormuştu. Elif elini üzerimden çekmeyen arkadaşlarımdandı o haftalarda, en az benim kadar biliyordu her şeyi ve gülebilmemize şaşırıyordu haklı olarak. “Her şey kötüydü ve gülmekten başka yapacak bir şey yoktu” gibi bir şeyler dediğimi hatırlıyorum. İki sene sonra Ege de hastanedeyken telefonda karşılıklı gülerken de hatırladık. Bazen gülmekten başka bir şey gelmiyor elinden ve ufak tefek mutluluklar için eşeleniyor insan.

12 Temmuz 2013 Cuma

Hiç aklımda yokken

Dediğim gibi "Bab-ı esrar" yol arkadaşım oldu o gün ama gözüm tabii yine diğer yolcuların kitaplarındaydı.

Uçağı beklerken kitap okuyan bir kadının yanına oturdum. İçimde ne okuduğunu göreceğime dair bir umut yeşerdiğini inkar edecek değilim, hepimiz beni tanıyoruz. Gel gör ki lanet kadın kitabın kapağını şöyle bir oynatmıyor ki göresin.

11 Temmuz 2013 Perşembe

Dünya ahiret kardeşim olsun ben bu Murphy denen herife çok gıcığımarkadaş!

En gıcık olduğum muhabbeti ben yapmayacağım, hayır "hep koşturmaca hep koşturmaca" yakınmaları ile başlayan "dünyayı kurtarıyorum" havalarıyla devam eden söylemlere girmeyeceğim. Hadi kabul edelim hiçbirimiz bir bok yapmıyoruz aslında. Küçük burjuvalar olarak küçük burjuva ihtiyaçlarımıza kıtı kıtına yetecek kadar para kazanmak için çalışıyoruz, hepsi bu!

Ben üç beş klima pazarlamanın peşindeyim, sen ona buna kredi satmaya çalışıyorsun belki, beriki inanmadığı bir sistemin içindeki çarklardan sadece biri... Ve böyle tüketiyoruz yaşamı. Birileri daha can veriyor, gencecik biri daha hayata veda ediyor ve biz böyle tüketiyoruz yaşamı! Hepsi bu!

5 Temmuz 2013 Cuma

Ahmet Ümit iyiymiş yav:)

Hiç okumamıştım Ahmet Ümit garip ama gerçek. Ki ben severim polisiye romanları. Demek ki rast gelmedi. Geçenlerde İstanbul'da Elvanla kitaplardan bahsederken "al" dedi "al benimkinden başla seversin" hehe biri bana kitap verecek ben de hayır diyeceğim mümkün değil! Bir de 500 sayfalık ateş tuğlası gibi kitabı ta oralardan taşıdım deli miyim neyim:)

4 Temmuz 2013 Perşembe

Bugünlerde...

Sesim çıkmıyorsa tamamen tatil rehavetinden:) Arca ile başbaşa tatil yapıyoruz ve ilginçtir henüz birbirimizi gırtlaklamadık:))) yok be şaka yapıyorum acayip eğleniyoruz. Bir şey yaptığımız da yok sabahın köründe uyan kahvaltı deniz yemek uyku... Adamım ipad oynarken anası kitap okuyor işte öyle sakin ...