30 Ağustos 2011 Salı

Eylül'ün habercisi serin rüzgar, perdeyi havalandırıyor...

Ne kadar özlemişim beni gerçekten tanıyan on beş senedir tanıyan bir dostun sohbetini... ne kadar gerçek olduğunu unutmuşum dostluğun.

İyi ki gelmiş tam zamanında!

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Evren bana bazı sinyaller gönderiyor, hissediyorum

Paçozluğum karşı konulamaz yükselişi evreni dürttü sanıyorum. Hayır Yavrusu’nun annesi değil, bildiğimiz evren. Hani kainat olan! Alıyorum ben sinyali her yerde karşıma çıkıyor!

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Tavla vs Satranç

Yıllar var ki tavla oynamadım.

Geçenlerde tavla hakkında bir dolu şey öğrendim.

Pers imparatorunun baş veziri Buzur Mehir tarafından 1400 yıl önce tasarlanmış mesela.

Zaman kavramından alınan ilhamla tasarlanan oyunun zamana böylesine direnmesi son derece etkileyici.

Şöyle ki;

26 Ağustos 2011 Cuma

Çekirdek çıtlayan insan

İzmirliler çiğdem çıtlar gerçi: )

Çekirdek çıtlayan insan kimi zaman eleştirilir. Ben takdir ederim. Bazen seyirci kalmayı bileceksin. Bu da irade ister, hem de çok güçlü bir irade ister. Kendini bilmek, kendini anlatmakla vakit kaybetmeyecek kadar özgüven ister.

Tatil hiç bir zaman yeterince uzun değildir!

Ümit ablanın kızı erken doğum yapıyor. Kıyamadık erkenden yolluyoruz İstanbul'a. Gelecek, dönecek şimdilik ama en az iki hafta sonra.

Ding dong! Sinyaller yandı. Bayramdan sonraki haftayı izin almalıyım.

25 Ağustos 2011 Perşembe

Bahtsız Bedevi’yi otoyolda…

Türlü türlü aksilikler öpermiş : )

Dün terminli bir işi bitireyim derken çıkar ayak üç kişi telefon etti, hadi bitti derken 15-20 dakika gecikmişim. Otoyola çıkmadan önce bir güzel trafik sıkıştı. 18:00’ı geçirirsen kamyon hazretleri teşrif ediyorlar sahalara. Yarım saat böyle uçtu gitti.

24 Ağustos 2011 Çarşamba

İki buçuk

Bugün tam iki buçuk. İki buçuktan üç desek, yuvarlayıversek, acaba iki yaş sendromlarını da atlar mıyız?

Arca rekordan rekora koşuyor. Dün gece 23:36’da odasından çıktım. Önceki gece 23:00’ü geçmişti. Önceki gecenin günahı öğle uykusunun boynuna! Saat üç ile beş arası uyunan uyku uzun bir akşam eğlencesine ve uykuya dirence dönüştü haliyle.

5 duyunuza hitap eden bebe : ARCA

Dilimde kan tadı… Dün akşam tepişirken yediğim darbe dudağımı patlatmış. Kaç defa söyledim, “çocuğum babanla tepiş, anan sakar zaten bir tarafımız acıyacak” ! Hala acıyor.

Beş duyumla Arca tarafından sarılmış durumdayım. Bana her şey o cüceyi hatırlatıyor!

Tat tamam!

23 Ağustos 2011 Salı

Ben bugün...

İlker'e market alışveriş listesi hazırladım.

Hani şu saçlarımın kuruluğundan son derece dertli kuaförler vardı ya, hani 100 TL'ye serum satmak isteyen kuaförler... Haklılardı. Evet saçlarım kuruluktan hışırdıyor.

Elegan şıklığın adresi "Yeliz dö bön bön"

Her sabah adet olduğu üzere apartmandan çıkmadan önce girişteki aynada kendime baktım. Günün kombini tasvirine girmeyeceğim. Aynadaki silüetime bön bön bakarken, hafta sonu cumartesi ekinde okuduğum bir yazı geldi aklıma.

Diyor ki dünyanın tartışmasız en iyi giyinen kadınları Fransızlardır. Hemen sıralamış sırlarını:

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Arca ilk kez...

Sinemaya gitti!



Allah biliyor ya, sonuna kadar izleyeceğinden ve bayılacağından 100% emindik!

Ne kadar ön yargılıyım!

Dün müydü?
Yok önce daha önceki gün…

Havaalanında maillerimi kontrol ediyorum. - Bu arada içimde kalmasın söyleyeyim, Atatürk havalimanında free internet yok, illa bir cafede bir kahveye dünya para vermeniz gerekiyor faydalanmak için. Ama Sabiha Gökçen süper! – www.kitapadresi.com sitesinden mail gelmiş. Elif Şafak’ın İskender kitabı belli bir adet için yarı fiyatına! Şahane! Sanırım bir ben kaldım kitabı edinmeyen! Bir de İlker’in annesi! Geçenlerde ona ödünç vermiştim, ömrü hayatımda okuduğum tek Elif Şafak eseri Aşk’ı. O da Aşk’a aşık olmuş, başka kitabı var mı, bu kadını çok sevdim ben demişti. Ben de bekle ay sonu internetten alacağım önce sen okursun sonra bana verirsin demiştim. Fırsatı görünce kaçırmadım : )

19 Ağustos 2011 Cuma

Gece 10 sabah 5 arası çalışan nöbetçi kuaför olsa...


Nefret ediyorum kuaföre gitmekten. Bence kadın nesline verilmiş en büyük ceza! Kitap okuyorum, dergi okuyorum, laflıyorum, yok , bayıyor. Millet nasıl her hafta gidiyor anlamıyorum. Kuaför ile mesafeli ilişkim tamamen mahalle baskısına dayanıyor, bir de aynadaki görüntüm artık çekilmez olduğunda!

18 Ağustos 2011 Perşembe

"Karamel" tadında

Arca'nın uyku saatine eşlik eden film Karamel.

Film hakkında DVD'nin arkasında yazanlardan başka bilgim yoktu.

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Dumur diyalog #17

Sabah kalkmışım ama hala uykum var. Uzandım salondaki koltuğa.

A: Anneeee, nerdesin annem?
Y: Uzanıyorum, salondayım
A: Salonda olma sen, mutfakta ol, acıktım, bana kahvaltı hazırla!

İstanbul’daydım.

O gün… 17 Ağustos 1999’da. Ve hatta yurtta, çatı arasındaki etüt odasında tek başıma ertesi günkü yaz okulu finali için çalışıyordum, uyanıktım. Kocaman boş masalar, masaların üzerinde kahve çay içilmiş, bırakılmış fincanlar vardı. İyi hatırlıyorum çünkü, önce köpekler ulumaya başladı, ama her zamankinden farklı. Sonra deprem başladı. Masalar ileri geri gitmeye, fincanlar birbirine çarpmaya başladı. O ses günlerce kulaklarımdan gitmedi.

16 Ağustos 2011 Salı

Sosyal paylaşım insanı

Değilmişim ben anladım.

Facebook hesabıma en son ne zaman girdim bilmiyorum. Bizim şirketin toplasan üç kelime etmediğim uzaklardaki bir ofiste çalışan elemanı ile facebook’ta birbirimizi mi “like” ediciiz anlamadım.

15 Ağustos 2011 Pazartesi

İki yaşındaki çocuğumuz büyürken... sınır koyalım... çocuğumuzla işbirliği yapalım...

Bizim dönem anababalarının başucu niteliğinde bir kitap var. “Çocuğunuza sınır koymak”
Geçtiğimiz yıl okuyup kenara koymuştum, bizim için daha erken demiştim. Sınırları zorlama konulu krizler baş gösterince tozlu raflardan indi, komodin üstlerinde yerini aldı. Elfanam önermişti, bizim dönem annelerinin kılavuzu gibi. Elfana’dan sonra – algıda seçicilik olsa gerek – birçok ana okul öğretmeni de tavsiye etmişti, birçoklarının da odasında gördüm.

14 Ağustos 2011 Pazar

Dumur Diyalog #16

Geçenlerde bir akşam davulcu kapıya dayandı. Ben de yarı çıplak dolaşıyorum evde, İlker koltukta sızmış, kapıyı açmamayı tercih ettim. Adam da nasıl ısrarlı. Bu arada Arca ile oyun oynuyoruz, huzursuzlanıyor, "kim geldi? kim geldi?"

Kucağıma aldım, fısıltı ile, çok önemli bir sır verir gibi; dedim ki:"baba uyuyor, davulcuyu tanımıyorum, açmak istemiyorum, şşş, sen de hiç sesini çıkarma, bizim sırrımız olsun" Kikirdedik ikimiz de oyuna devam.

13 Ağustos 2011 Cumartesi

Garip takıntılarım var

Her seyahate bir dolu kitap ile giderim. Sanki hızlı okuma kursuna gitmişim de bir gecede kitap bitirebiliyormuşum gibi. Seyahat ne kadar uzunsa kitap kalabalığı o kadar fazladır. Hani kitapsız kalacağım da okuyacak bir şey bulamayacağım korkusu sarar her yanımı. O boşluk hissi çok fenadır.