hastalık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hastalık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ocak 2012 Perşembe

BAM! ATEŞ!

Parmak hesabı yapıyorduk İlker'le. Mart ayına kadar iki defa daha böyle ateşlense yırtarız. Ocak ayını böyle kapatırız... diyorduk geçen defaki hastalıkta. Ayını doldurmadı bu sefer.

Bir gün, bir enfeksiyonu kimden nereden kapmış olabileceğini intikam tıslamasıyla sormuştum Arca'nın doktoruna. O da "ne yapacaksın? intikam mı alacaksın?" demişti, gülmüştük. An itibari ile böyle bir hissiyatın içindeyim. Aynı soruyu bugün sorsa, "evet" diyebilirim, zira böyk geldi.

Yine de beterinden saklasın diyoruz, şükrediyoruz.

Bugün doktoru arayıp haber verdik durumu. Bugün 42,3 C'lik bir ateşi düşürdüğünü anlatmış İlker'e. 38'i bile beklemeyin, takibi sıkı yapın, tedbiri bırakmayın demiş. Feci bir salgın varmış.

Arca hasta olduğunda çalışan anne olmaktan nefret ettiğimi daha önce de söylemiştim. Yine söylüyorum. Çünkü ben artık işyerime "çocuğum hasta, gelemiyorum" demeye utanıyorum. Çünkü anane babane bakıcı baba... kimse fark etmiyor, beben hastaysa annesini istiyor işte o kadar!

Canım sıkkın. Yazdım rahatladım, gözlerim kapanıyor, gidip yanına kıvrılacağım saat başı kalkmak üzere bir süreliğine gözlerimi yumacağım.

17 Ocak 2012 Salı

Günün çorbası büyük bir sır perdesini aralıyor!


Aslında bütün veriler elimizdeydi. Kiminle konuşsak, kiminle dertleşsek hep aynı sorun çıkıyordu karşımıza : ÜST SOLUNUM YOLLARI ENFEKSİYONLARI

Bebelerimize musallat olan canımızdan bezdiren bu ana başlık altındaki illet, özellikle okulöncesi çocukları hedef alıyordu.

Ana babalar enfeksiyonsuz geçen her gün için Allah’a şükrediyor, antibiyotik olasılığına karşı tetikte bir hayat sürüyorlardı.

9 Ocak 2012 Pazartesi

"Sümüğümü siler misin, annem?"

Tamam şifayı kaptım geldim, mikrobu eve ben getirdim de bu kadar mı intikam kokar kardeşim bu davranışlar? Bitirdi beni hafta sonu. Cumartesi iyiydik. Yani ben hastaydım, o keyifliydi, yırttık demiş olabilirim şuursuzluk işte, sus değil mi? Bir sus da bir defa da nazarın değmesin. Aman da benim keyifli çocuğum dememin üzerinden çok geçmedi, ateş 38'i geçti. ALKIŞ!

10 Aralık 2011 Cumartesi

"Arca hazzı erteledi"

Hazzın ertelenmesi ne ola ki diyenler için bir tık.

Cümle içinde kullanırsak, "Arca hazzı erteledi."

21 Kasım 2011 Pazartesi

Bir nevi dejavu

Cuma öğleden sonra düşmeyen bir ateşin telefonuyla fırladım ofisten.

Ne zamandır araba kullanırken ağlamamıştım. Fonda "kul kurar kader güler" çalıyordu. Evet bu aralar paralel evrende bir gün geçirmeye niyetlenmiştim değil mi? Evet şu anda ateşi 40'a yaklaşmış miniğin bana yapışacağı evde kırksekiz saat geçirmeye gidiyordum.

18 Kasım 2011 Cuma

Hoşgeldin antibiyotik

"Çocuğa antibiyotik vermeyelim aman ha!" laflarını bizim telaffuz etmemiz zaten ironik oluyor, üç hafta boyunca antibiyotikle yaşamış bir çocuk var elimizde, bizim numunemiz bu, yapacak bir şey yok.

Yapılan bir dolu tahlil sonucu herhangi bir çocuğun kapabileceği bir enfeksiyon çıktı. Neyse ki...

17 Kasım 2011 Perşembe

Her bunalmış ananın hayali : Paralel Evren

Arca nekahet döneminin üçüncü haftasında, katiyen evden çıkmamasına (hastalıktan çıkamamasına) ve okula gitmemesine rağmen yine boğaz enfeksiyonu olarak üstün başarı madalyasını almaya hak kazandı. Kendisi, daha bir hastalık bitmeden yenisini başlatabilen türünün tek örneği olmasıyla tanınıyor.


Ateş sinsiden 38’i geçince kıllanmıştık zaten.

Anneye yapışmalar, iştahsızlık…

Sabah doktordan önce biz muayenehanesindeydik. Boğaz enfeksiyonu ama yok hastane tecrübe etmiş bu ana baba öyle bir ışıklı alet ile boğaza bakmayla tatmin olmaz, illa ki çocuğunun orası burası delinsin, kanı alınsın ister. Evet, biraz gaddar olabiliriz ama çok çektik valla hiç umrumda değil, iki ağlar bir susar. Her türlü tetkik için kocaman bir tüp kan alındı bu defa. Sonra bir de idrar testi.

14 Kasım 2011 Pazartesi

Doktorun kariyerinde çığır açtıran bir vakayız!

Arca’nın doktoru rahat mizaçlıdır, biz pimpirikleniriz, o bizi rahatlatır. Ama ciddi durumlarda da asla işin peşini bırakmaz. Hastanedeyken, İlker ile İzmir’in tüm radyologlarını, tanı merkezlerini gezdi, doktor arkadaşlarından bir heyet kurdu.

Miller şişesinde bir dilim limon olsam

Arca hafta sonu ergene bağladı. Gözümüzün içine, taa dibine kadar gözlerini dikip her şeye ama istisnasız her şeye itiraz etti, dediğimizin tersini yaptı, inatlaştı.

Her şey cumartesi sabah başladı. Araba koltuğu İlkerde kalmış, taksiyle gittik, Agora'ya, yolda Arca ile “taksicinin neden bizim her zaman gittiğimiz yoldan gitmediği” sorunsalı üzerine uzun ve düzeysiz bir tartışma yaptık.

9 Kasım 2011 Çarşamba

Tam da "o" evredeyim


Hani evde herkes üst solunum yollarından nasibini almıştır ve sen kendini yokladığında "şimdilik" iyi hisseder gibisindir ve hasbel kader "bu defa beni teğet geçecek galiba" derken dilini ısırırsın ya...

21 Ekim 2011 Cuma

Laf aramızda b.k gibiyim

İki haftadır geniz akıntısını müteakip cümlemizi gece öksürük nöbetlerine diken Arca, dün gece itibariyle burnunu temizletmek istememesi sebebi ile anasını yani beni zır zır ağlattı. Kayıtlara geçsin!

Bu ne be!

17 Ekim 2011 Pazartesi

Sezonu açtık

Dün sabah gri bir gökyüzüne uyandık. Bu şehre gri yakışmıyor.
Dün sabah buz gibi bir hava çarptı yüzümüze, hoşumuza gitmedi. Daha sonbahara karpuz kesecektik.

28 Eylül 2011 Çarşamba

“Arca oğlum, senin annen bir salaktı!”

Ben bu dünyadan göçüp gittiğimde, vasiyetimdir, böyle söyleyebilirsiniz Arca’ya.

Nitekim dün neredeyse kalpten gidiyordum. Yaptığım(ız) salaklığın yol açabileceği zararlar aklıma düşünce düşüp bayılacaktım. Betim benzim attı, açık pencereden derin derin nefes alıp vererek kendime gelmeye çalıştım.

20 Haziran 2011 Pazartesi

yeter ulen!

mutsuzum
başım ağrıyor
burnum akıyor
o Arca denen veledi elime geçirirsem çok pis ısıracağım
ulen yapılır mı bu bana
yeter ulen
bu velet her mikropla tanıştığında beni de hasta etmek zorunda mı kardeşim!

yetkililere sesleniyorum, öpmesin bu cüce beni, gecenin bi vakti uyandığında yanına gidişimi fırsat bilip kafamı mikroplu yastığına gömüp yanaklarımı sulu öpücüklerle sömürmesin

yeter ulen başlayacağım betasına mikrobuna alayına

kafamı tutamıyorum, çalışamıyorum, antibiyotiğe başladım, daha fenası İlker de limoni, ecdadımıza turp sıktı düdük!

üç gün içinde iyileşip tatile zımba gibi gidemezsem o Arca denen cüceyi çıtır çıtır yiyeceğim!

ahanda buraya yazıyorum

17 Haziran 2011 Cuma

Alfa beta sigma!

Beta kalmıştı, eksikti.

Mikrop diyorum.

Arca bir yerlerden duymuş olacak, “kapayım, boğaz enfeksiyonu koleksiyonum eksik kalmasın” dedi, buldu kaptı, hoop ateş.

Bünyesine giren antibiyotik sayısını ben bilmiyorum açıkçası. Doktora sorsan bizden beteri varmış. Ama henüz kreşe gitmeyen çocuklar arasında antibiyotik kullanımında bayrak Arca’nın elinde, açık ara önde, liderliği kimseye bırakmıyor.

Kreş demişken “başlayabilir mi sizce sorun olur mu?” dedik. Duygusal anlamda sorun olmaz, kolay alışırsınız dedi (bizim oyun grubu maceramızdan haberi yok tabii: ) ) Fiziksel anlamda akciğerle ilgili bulgu edinmek ve karar vermek için daha zamanımız var, dedi.

Dişlerindeki lekelerin düzelmesi mümkün değil, diş etlerindeki bir bakteri sebep olurmuş. Diş hekimine gitmemizi tavsiye etti. Çürük değil ama siyah lekelerin görüntüsü çok can sıkıcı. Üstelik diş fırçalıyor, fazla şekerli gıda almıyor. Temizlense bile yine olurmuş, bünye meselesi, hay senin bünyene!

Ve iki küsür senelik ömründe Arca’nın kilo verdiğini de görmüş olduk! Evet her ay olması gereken kilosunun epey üzerinde olan Arca cücesi ilk defa kilo vermiş.

Ümit abla yemiyor deyip duruyordu. Ben de kendisi klasik annemler kategorisinde ve çok yedirme meraklısı olduğu için dikkate almıyordum. Gerçekten Ümit ablanın azmi takdire değer. Öğlen az mı yedi hemen puding yapılıyor. Sabah yumurtasının yarısı yenmedi mi hemen öğlene takviye yemek yapılıyor.

Bu arada biz birlikteyken bence yiyor. Kilo verdiğine göre, yeterli değilmiş, Ümit abla haklıymış.

Bu yemek meselesi göreceli, misal 33 yaşıma geldim ve öküzden hallice bir yeme potansiyelim var ama annem hala az yediğimi düşünür. Ve bu sebepten “doydim” diyen Arca’nın önünden alırım tabağı. Dünyadaki en gıcık şey yemek istemeyen insana yedirmeye çalışmaktır. İşkence yav! Dolayısı ile kilo durumu insan normallerinin altına düşmediği sürece yemeği burnundan sokmayacağım.

Neyse ateş ufaktan devam, antibiyotik tam gaz.

Hayatımızın değişmezleri...

Lakin soramadan edemiyorum, bu kadarlık ömründe geniş bir antibiyotik yelpazesi ile hastalıklarla mücadele veren Arca kreşe gidince ne yapacak? Farmatoloji dünyasının önümüzdeki aylarda çok sıkı çalışıp yeni antibiyotikler piyasaya sürmesi lazım, zira Arca'nın mikroplar piyasadaki tüm antibiyotiklerle kanka oldu.

Haa bir de aklıma gelmişken, bu anne sütü şehir efsanesi olabilir mi? Zira bir yıldan fazla emen, ilk altı ay ağzına anne sütünden başka şey sürmeyen Arca, ya hiç emmemiş olsaydı? Bir velet bu kadar mı hasta olur bu kadar mı enfeksiyon kapar kardeşim!

Son söz: Bunlar geçici dertler aman biz bu EHEC denen hastalığa dikkat edelim, araştıralım, bize gelmez bizi bulmaz demeyelim. Hayatta miktiri moktan beta mikrobundan daha ciddi dertler var.

En son söz: Annemle telefonda konuşmak 10 dakika ise, "hadi çocum görüşürüz, öptüm" kısmı 15 dakika sürer, kapanışlar bir türlü kapanmaz, hatta ben bazen uzayacağını anlayınca zırt diye kapatıveriyorum (itiraf:P). Bu postun kapanışı da annemin telefon konuşmasına benzedi.
hadi iyi hafta sonları

10 Mayıs 2011 Salı

Başlık koyasım yok

Tabii ki Arca’yı doktora götürecektik, götürdük. Boğaz enfeksiyonu, antibiyotik.

İlker son birkaç aydır epey geliştirdiği tıp bilgisi ile çok acayip sorularla doktoru ters köşe yapmaya çalıştı. Bizim kafa mühendis kafası, yorumsuz kalınmasına tahammül yok. Doktorun da bizim kadar soru soran hasta ailesi yok. Arca kadar sık enfeksiyon geçiren bebe de yok sanıyorduk, yanılmışız. O konuda ilk sırayı kapamamışız. Doktor her muayenede olduğu gibi “üstün cesaret madalyası” verdi Arca’ya. Bence üst seviyede enfeksiyon kapma ödülü olmalıydı. Neyse…

Sıkıntımızı ÖSYM’ye taşıyalım diyoruz, Türk tıp dünyası Arca konusunda bizi tatmin edemiyor, bi el atıversin hayrına.

Abartısız tüm gün yemek yememiş olan Arca, ilacın etkisi ile uyuyakaldı, tabii ben de. O küçük boş mideye bir dünya ilaç girdi. Sonuç olarak gecenin üçüne kadar tam üç defa kustu.

Önce kendi yatağında uyuyorduk, “anne bana bi haller oluyor” der gibi kalktı. Ve cüssesine göre sağlam bir kusma eylemi gerçekleştirdi. Çarşaflar değişti. Temizlendik. Bu arada sürekli su içmek istiyor.

İkinci sefer yanımıza yatırdım. Yine uyurken aynı şekilde doğruldu. Hop varan 2! İlker ömründe hiç bu kadar sık çarşaf değiştirmemişti herhalde, zira benim yardımım mümkün değil, kucağımdan inmiyor.

Üçüncüde artık tecrübeliydim, kusmaya başladığı an kucağıma aldım ve temizlemesi kolay olsun diye doğru halısız koridora çıktım. Öncesinde süt içtiği için midesini boşaltmak biraz daha uzun sürdü.

Pek tabii doktoru aradı İlker. Ben çekinmem, Arcayı emzirdikten sonra gazını çıkarayım diye omzuma attığımda - 5 aylıktı sanırım- yatağın kenarına kafasını bamlattığım var, gece beşte bile aradım, acile götürelim mi diye. Neyse dün de iyi ki aramışız, fitil önerdi, nöbetçi eczaneden alıp uyguladık. Sabaha kadar bir daha kusma olmadı.

İshal olmadığı için boş mide, ilaç ikilisinin sebep olduğunu düşünüyoruz.

Üçüncü defa çarşafları değiştirirken İlkerle gülme krizine girdik. Gecenin üçü fitili yemiş bebemiz halsizlikten gözlerini açamıyor, ben saçlarıma kadar kusmuk kokuyorum, evdeki tüm yastıkları Arca’ya kurban vermişiz, salondaki köşe yastıklarında yatmaya hazırlanıyoruz. Derken "İlker çocuk doktoru olsa gece acil telefonlarına nasıl cevap verirdi" geyiği çeviriyoruz. Eminim fitili çocuğun burnuna soktururdu. Zira ilginç tecrübeleri var kendisinin, tekstil sektöründe çalışırken fabrika bekçisinin telefonuna cevap verip adam konuşurken uyuyakalmışlığı var.

Gecenin yıldızı bizim yataktı. Arca’nın “yatakta kuduralım” taleplerine hayır demeyen daha fenası onunla birlikte tepişen bir babası olursa, yatak kırılır. Niye şaşırdık anlamıyorum. Yeliz kıza çeyiz düzme çalışmaları boyut değiştirdi, yatak alıyoruz. Tatil planlarımızı tekrar gözden geçirsek iyi olacak. Malum masraf masraf üstüne.

Tatil demişken, gece geç vakit tatil planları yaparken de epey eğlenmiştik. Otelin birinin ilanından aklımda kalanlar…
“Halk plajına 150 metre, kendi özel plajına 1 km uzaklıkta….”
Yok dedim yanlış yazmışlardır, kendi plajı niye 1 km uzakta olsun? Detaya girdik vallahi öyle…

Gerek kendi aramızda gerekse telefonla bağlantı kurduğumuz dostlarımızla istişarelerden sonra,

a. Otel sahibinin 1 km uzakta ucuza bir arsa kapatıp plaj yaptığına
b. Otel sahibinin laz olduğuna
c. 1 km için ücretsiz otobüs sağlayarak ve halk plajının tersine şezlong ve şemsiyelere ücret almayarak üstün hizmet anlayışına sahip olduğuna
d. Hepsinin doğru olabileceğine
kanaat getirdik!

Neyse Arca’ya dönersek, sabaha karşı uyandı ve dünün acısını çıkarırcasına üç adet danino ile açılışı yaptı. “Umit” ona gevrek getirdi, ben ağrılarımı da yanıma almış evden ayrılırken Arca gevreğin susamlarından kemirmeye başlamıştı bile. İştah varsa tamam!

Son olarak…
Bu yıl fark ettim ki, sürekli bir döngünün içindeyiz. Arca hasta oluyor, ben helak oluyorum, sonra zayıf düşmüş bünyenin kolay hedef olduğu mikroplar bende konuşlanıyor. Tutulan sırtım ve boynumun ağrısı tam gaz ilerlerken, Arca'nın suratıma öksürmek suretiyle saçtığı mikroplar da sahnede yerini aldı, boğaz kızarık, eklemler ağrılı...

Halet-i ruhiyem Türkçe sözük dağarcığımı aşıyor artık yeni kelimeler türetiyorum : "Böyk geldi!"

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Ve hafta başladı...

Cumartesi öğlen itibariyle 38'in üzerine çıkan ateş...

Olaya gayet soğukkanlılıkla “soğuk algınlığı” şeklinde yaklaşan ve bizi rahatlatan bir doktorla uzun telefon görüşmeleri

Hiç hasta görünmeyen ama ateş ölçerin ve burnundaki hırıltının tam tersini söylediği bir bünye

Anneler günü sabahı “anneler günün kutlu olsun” diyen ve sarılan, içimi eriten bir cüce

Bol anneli bir anneler günü… Ablam, İlknur, annem, ananem, İlker’in annesi ve hatta telefonun öbür ucundakiler…

Yeliz kıza çeyiz düzmeler…

Tatil planları


İle gündemi değiştirme çabaları

Aniden yükseliveren ateşe karşı çaresizlik ve birkaç fincan kahveyle ateş nöbetleri…

Beraber uyumalar…

Daha yarım saat önce ateşler içinde gözünü açamazken şimdi it gibi koşturan bir velet…

“Çocuk bu canım ateştir çıkacak elbet” diye etrafını telkin eden anababa….

Hafta sonundan payımıza düşen stresten boynu sırtı tutulmuş ve kas gevşeticilerden medet uman bir Yeliz ile aylar sonra sıkıntıdan bir sigara yakan İlker.

Metanetli görünüyoruz ha! Hadi ordan, her ateşte dötümüz üç buçuk atıyor. Neyse ki birbirimize itiraf ettik, rahatladık.

Evet korkuyoruz!

27 Şubat 2011 Pazar

Hastane günleri

Ateş önceki hafta çarşamba günü başlamıştı, kontrol altına alınamayınca cuma doktora gitmiştik. Boğazdaki enfeksiyonu görünce, direkt antibiyotiğe başladı doktor. İlginçtir pazartesi bilemedin salı düzelmesini beklediğimiz Arca'nın ateşi düşmek bilmedi. Çarşamba günü ishal de devam edince bir gün izlemeye alalım dedik. Perşembe bizi yanılttı, tüm gün iyiydi. Akşamına ateş 39'a yaklaşınca sabah ilk iş doktoru aradım. Hemen getirin tam tarama yapalım dedi.

Öğleden sonra gittik, ciğerleri dinledi, iyi dedi ama yine de ciğer filmi istedi.

İşte herşey böyle başladı. Önce damardan bir tüp kan alındı, Arca sarsıldı. Sonra boğaz kültürü. Sonra röntgen, kollar bacaklar tutuldu, orantısız güç kullanarak yatırıldı. O bir tüp kandan sonra acımayacağına ikna edilemedi. Kaka tahlilinin icraatı müteakip acilen yapılmasına karar verildi.

Sonuçlar elimizde doktora gittik. Ciğerin dörtte biri enfeksiyon ile kaplanmış olarak görüldü. Hastanede yatak ayarlayalım dedi doktor. Zatürreye çevirmiş. Biz çöktük. Hızlı ve acil bir müdahale, damardan antibiyotik ve hastane bakımını şart koştu. Yırtamadık. Hazırlıksızız. Hem fiziksel hem ruhsal olarak duruma hakim değiliz, adapte olamıyoruz. Kendimiz alışamadık, Arca'yı hazırlamaya vakit yok.

Ege Sağlıka kayıt yaptırıyoruz ama bir rüyada gibiyiz. Yeterince badire atlatmışız zaten. Bir odaya çıkyoruz Arca ile ikimiz. Katiyen kalmak istemiyor sürekli "eve! eve!" Hemşireler geldi. Damar yolu açacaklar. İlker dayanamadı, bayılmaya ramak kala kendini dışarı attı. İki bacağım ile bacaklarını mengeneye aldım, çenemle başını ellerimle ellerini tutuyorum. Neyse ki ilk seferde damar bulundu, takıldı. Hadii bu defa da o zımbırtıyı çıkarmak ister.

Benim sinirlerim boşaldı, ben ağlarım Arca ağlar.

Kucağımda "bana bir masal anlat baba" şarkısı eşliğinde uyudu.

Akşam evde eşyalarımız taşındı, Arcanın oyuncakları kitapları, bilgisayarlar, DVD ler, bir bavul eşya...

Sabaha karşı serum hortumunun çıkarak yatağı tavuk boğazlanmışa çevirmesini saymazsak iyi bir geceydi. Uyuduk.

Gündüz daha uyumluydu Arca. Tabii ki "eve"ler, "çıkar bunu"lar devam etti. Ama ziyaretçileri vardı, herkes oyncak kitap getirmiş Arcaya acayip mutlu oldu, oyalandı.

Akşama doğru dans ediyordu, hemşirelere yeni figürlerini gösteriyordu.

Hastanedeki odamızdan birkaç manzara... Pazartesiye kadar buradayız.


Arca uyurken serumu yemekte.


Guffy ve Pluto'ya damar yolu açtık birlikte. Kollarında sargı bezi var, Arca gibi. Arca ateşlerini ölçüp damardan ilaç veriyor, tıpkı kendi gibi.


Test sonuçlarının üzerine park etmiş arabalar. Her yerdeler.


Bilgisayarda defalarca Cars izlendi. Ratatuy, Incredibles ve Ice Age ile tanıştı. İki yıldır özenle baktığımız nöronları birer bire öldürdük son 24 saat içinde!

Son birkaç cümle: Aslında son derece ciddi bir travma Arca için yaşadıkları. Tüm o tahlil ve tetkikler, sonra evinden ayrı kalmak, kolundaki zımbırtı herşey ama herşey aleyhine. Ama yine de mutlu yine de dans ediyor, gülüyor eğleniyor. Neden? Çünkü anne babası yanında, ihtiyaç duyduğu sevgi onunla. Bu kadarı bile çektiği acılara gülüp geçmesine yetiyor. Biz bu yaşımızda bunları yaşasak bu kadar güçlü olabilir miydik? Sanmıyorum. Ama olmalıyız, sevdiklerimiz yanımızda ise sızlanmamalı dört elle sarılmalıyız sahip olduklarımıza. İyileş çocuğum, iyileş ki yine kahkahalarla gülelim eğlenelim.

Biraz daha serum alsın diye aytakta kalmaya çalışıyorum, yazmak iyi geldi, şimdi yanına kıvrılıp kokusuyla uyuyacağım.

20 Şubat 2011 Pazar

Nöbetçi blogger



Bu fincan birilerinden ev hediyesi olarak gelmişti seneler önce. Kapak ne ola ki? diye soramamıştım, cahillik etmeyeyim dedim herhalde? Hiç kullanmamıştım ama atmamışım da. Atarım ben normalde, bir gün bir yerde ihtiyaç duyulur diye saklama adetim yoktur. Bu geceki nöbetin yoldaşı beyaz çay ve bu porselen kupa. Demleniyor içerde, o kapak işte bunun içinmiş. Tea&pot sağolsun çay kültürümüz arttı:)

Calpol versem mi, Ibufen'e bir buçuk saat kaldı, az sabretsem mi? Aslında bu soru kafamda dönüp duruyor şu an. Sekiz saatte bir ibufen veriyoruz ve araya Calpol sıkıştırmıyoruz son 24 saattir ancak bu akşam ilaç saatine çok az kala ateş 39'un üzerine çıkınca gece dönüşümlü tarifeye karar kılmıştık. Ama ben Arca ile uyuyakalmışım, şimdi uyandım.

Tabir-i caizse bu aralar kendimi b.k gibi hissediyorum. Günlerdir aynı ev kıyafeti üzerimde, bu şekilde uyuyup uyanıyorum, kafam kaşınıyor, artık toka takmıyorum, havasızlıktan daha beter kaşınıyor çünkü, zaten pislikten peruk gibi önüme hiç düşmüyor, arada kaşıyıp havalandırıyorum dipleri. Ne? bakmayın öyle, itiraflarda yazmıştım, tekrar ettirmeyin, bahane buldum mu yıkanmam ben, pisim!

Önce Arca, sonra tam kuyruğu doğrulttu derken ben, sonra tekrar Arca... Döngü hiç bitmeyecek gibi. Hastalık mısın? Vur geç kardeşim! Uzun soluklu dizi gibi, yaprak dökümü halt etmiş! Bu senenin gribi bana sinüzit, Arca'ya bünyenin zayıf düşmesini müteakip boğaz enfeksiyonu armağan etti, eksik olmasın.

Çocuğunun hasta olması çok fena, sosyal damarlarımız tıkandı, kıpırdayamıyoruz. Dün karşı komşumuz elinde 3 aylık bebeği ile bize gelmek istedi, kapıdan çevirdik. Enfeksiyon bu! Bu akşam haftalardır görmediğimiz arkadaşlarımıza yemeğe gidecektik, Poyraz var, el kadar bebek. Bugün uzun zamandır beklediğimiz Nilda'nın doğumgününe gidemedik. Çocukları telef etmeyelim. Çok fena oldu. Bir otelde yapmışlar organizasyonu, dışarda 2 yaş doğumgünü partisi nasıl olur gözlem yapacaktım. Arca'nın aşkı kabardı, kapılardan bağırıyor "Cansuuuuu" diye, namümkün! Nurturia'ya bile girmek istemiyorum, sanki oradaki bebelere biraz fazla bakarsam benimkinin enfeksiyonunu bulaştıracağım.

Her bebek gibi Arca da hasta olduğunda anneye yapışma moduna giriyor. Gözü benden başka bir şey görmüyor, zaten bu yüzden ateşin çıktığı ilk gün ofise gidemedim. Cuma günü öğleye kadar sabredemeyeceğimi bile bile gittim. Nitekim öğlen Ümit ablanın sesi resmen gel diye yalvarıyordu. Zaten ateş 39'a çıkmış. Doktordan dönüşte İlker kuru temizlemeciye gidecekti, terziye bel ölçüsü vereceğim bahanesiyle hemen yamandım. Bütün haftasonumun akibetini biliyorum, her nefes sonrası için güç olacak bana. Annem geliyor, İlkerin annesi geliyor, İlker her daim etrafta ama yok Arca hasta ise illa ki anne! Haklı! Neyse terzi dükkanı kapatmış, hava da güzel, Betonyola çıktık. Meşhur turşucudan turşu, çerezciden lokum, Arca'ya kurabiye... el ele gezdik İlkerle. Bu bilinçli uzaklaşmanın vicdanımı hiç rahatsız etmediğini düşünüyordum, ama dönüşte İlker'in Arca'ya oyuncak alma talebine hayır demediğime göre (bir yerden eve oyuncakla dönmemeye çalışıyorum) vicdan yapmışım demek ki:)

Uyur kalırım diye günlerdir kitap okumuyorum. Arada Arca kendi kendine oynarsa, o da iki satır. Televizyona da pek bakmıyorum, bunlar hep uyku tuzağı. Filtre kahve makinesi aldık, Tschibo'dan da taze çekilmiş kahve. Tiryaki oldum içmeyince başım ağrır oldu. Bilgisayardaki fotoğrafları düzenliyorum, katiyen uyku getirmeyen bir aktivite. Önümüz doğum günü, düzenli aralıklarla aile büyüklerinin fırça kaymasından dolayı doğum günü gelmeden geçen yılın Arca fotoğraflarından bir albüm neyim yapalım seneye kadar konuşamasınlar istiyorum. Evet çok gıcığım.

Calpol'e gerek kalmadan ibufen vakti geldi. Yatmadan önce önümüzdeki şikayet konularını da yazayım:
1. Arca benimle uyumaya alıştı, kendi başına yatmak istemiyor.
2. İshal oldu (şimdi bile şikayet edebilirim bu konuda)
3. Huy değiştirdi, her halta ağlar oldu.
4. El bileklerim Arca'yı taşımaktan ağrıyor, doktora gideceğim.
.
.
.
.

Arca hastayken en çok annesiz çocuklar aklıma düşüyor. Kime sarılıyorlardır, kime nazları geçiyordur? Neyse gözlerim yine dolmadan kaçayım, zaten boğazım yine düğüm düğüm.

Sağlıkla kalın, hoşça kalın!

9 Şubat 2011 Çarşamba

Çarşambaya çıkmadı garip!

Hani Arca'nın ateşi 40'a çıktığında doktora gitmiştik ya, bi de sormuştuk : biz ne zaman hasta oluruz diye. Malum virüs, bulaşmaması mümkün değil. Pazartesi bilemedin Salıya ömür biçmişti sağolsun.

"Beni Türk doktorlarına emanet edin!"

Dün akşam saatlerinde başlayan baş ağrısı, tüm vücuda yayıldı. Saat sekiz itibari ile daldığım uykudan sabaha karşı Arca'nın ateşlenmesi ile uyandım. Sonra birlikte uyuduk.

Arca iyi, anne beter!

Çok da iş var. Yeliz, baş kas, kıç ağrısını da alır kaçar.