gezelim görelim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gezelim görelim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Temmuz 2008 Pazar

bir yol hikayesi - bölüm 7 : tatil bitiyor ama ya aksiyon??

11 temmuz cuma...
Sıcak bir sabaha uyandık, eşyalarımızı arabaya koyduk, bugün hedef Dalyanda Bacardi Turu.

Ali Kaptanın meşhur teknesine bindik. Dalyanda yüzlerce tekne var. Hemen hepsi Ekincik turu yapıyor, dolayısı ile tüm tekneler içiçe denize giriyor. Ali Kaptanın sadece çarşamba ve cumaları yaptığı Bacardi turu çok farklı. Yine İztuzu plajı var ama denize açıldığında sola doğru dümeni kırıyor ki bakir koyların tadına varalım.

Tat deyince aklıma geldi. Tatile çıkalı 5 gün oldu, hep denize yakın takıldık ama daha balık yiyemedik derken, sabah Ali Kaptanın elinde balıkları görünce derin bir oh çektik. Öğle yemeğinde ıssız bir koya yanaştık. Burada 15 gündür yaşayan 2 yoksul amca vardı. Ali Kaptana ve hanımına yemek için yardım edip karşılığında yemekten nasipleniyorlar. Baktık biz teknede uyuklarken millet ateşin başına çöreklenmiş. Meğer balıkların sayısı azmış, hamileyim ya :) sonuncuyu ilker benim için kaptı, az biraz kızlarla paylaştım. Tek balık hadisemiz de bu kadarcık oldu.

Caretta caretta göremedik maalesef. İztuzunda yengeçler de pek tatmin etmedi. Derken dönüşümüzde hava bir karardı, karşıki dağlara bulutlar yüklendi. Tatilin bittiğinin habercisi gibiydiler. Biz de yüklendik eşyalarımızı doğru Marmarise.
Yolda şimşekler, yağmur, fırtına... müthiş bir tatil vedasıydı.

Marmariste biraz yürüyüş yaptık, özlediğimiz Burger Kingten yeme fırsatı bulduk ama otele geldiğimizde pişman olduk. Çünkü Çınar Muğla Evleri aslında lokantaymış, hem de kocaman bir menüsü varmış, hatta balık bile varmış!!! Kokoşlar yer yatağını tercih etmedikleri için Muğla evlerinde kaldı, biz yer yataklarında yattık, ördek, kurbağa ve tavuk sesleri ile harika bir gece geçirdik.
12 temmuz cumartesi...
tatil bitiyor. Son günümüz.. Arabamız bozulmamış olsaydı bugün Gökova turuna çıkacaktık ama üst üste 3. tekne turu bünyemize ağır geleceğinden vazgeçtik, hem eve erken dönmenin sakıncası yok. Çınar Muğla Evleri, sadece kahvaltısı için bile kalınabilecek bir yer. Ekmekler orada yapılıyor, yumurtası balı bir başka. Gökova turu için bir haftasonu kaçamağı için yine burada kalmayı planlıyoruz. Sanıyorum tüm tatil boyunca en sevdiğimiz otel burasıydı. Yıllar önce kahvaltı ve lokanta olarak açılmış, sonra otel olarak da hizmet vermeye başlamış, yayla evlerindeki odalar her türlü konfora sahipti ve yer yatağı da inanılmaz rahattı.

Sorduk soruşturduk, birkaç saatimizi nerede denize girerek değerlendiririz diye. İncekum plajını önerdiler. Sedir Adası yolundan birkaç km ilerleyip arabayı bırakıyorsunuz, traktörlerle plaja indiriyorlar. Aman tanrım!!! tam bir günübirlikçi cenneti, piknik sepetini kapan, haşemasını giyen gelmiş. Bizim gibi normal insan evlatları da vardı ama azınlıktaydık. Bir ağaç gölgesine doluştuk. Ama keyfimiz kaçık. Alışmışız bakir koyların fatihi olmaya burda terliğini bırakacak boşluk yok. Neyse dedik ki bir denize girelim sonra toparlanır başka yere gideriz. Orçun, Gül, ben İlker daldık sulara, kalabalıktan arınalım diye kulaçladık uzaklara, iyice açıldık. Birden kıyıdaki kalabalığın arasında bir panik havası oluştu. Çığlıklar, kaçışmalar, yoksa köpekbalığı mı paniği yaşadık ama sadece birkaç saniye, çünkü insanların arasına karışan BADEM'di. Milli fokumuz BADEM. Bir ara kalabalıktan sıyrılıp açığa geldi, bize birkaç atlayıp zıplama hareketi sergiledi sonra yine kalabalığa yanaştı. Bir genç kıza öyle saldırdı ki - yada uzaktan biz öyle gördük - acayip tırsmaya başladık. Hamileyim ya bana böyle aksiyonlar yasak diye, İlker hadi dedi kenarda kenardan çıkalım denizden, ne olur ne olmaz. Hızlı hızlı yüzüyoruz kıyıya, geliyor demeye kalmadı o badem gözleri ve minik burnuyla burun buruna geldim. Bastım tabii çığlığı. Geçtim ilkerin arkasına siper aldım karnıma bu arada Tufan kıyıdan sürekli deklanjöre basıyor hain :) hadi biz yırttık, arkamızda Orçun başladı fokla boğuşmaya, güle hadi çık diyor, gül orçunun başı dertte sanıyor, geri dönmeye yelteniyor. Neyse ki sonunda bizimle pek eğlenemedi, başkalarına sardı.
(Bu resimdekiler tabii ki bizler değiliz, bizim dehşet fotoğraflarımızdansa bu mutlu tabloyu koymayı tercih ettim)
Bademi ofisteki arkadaşımın mavi yolculuğu sırasında çektiği video görüntülerinden görüp zararsız olduğunu düşünmüştüm ama sonraları gazetelerde çıkan yaklaşmayın haberleri sanıyorum bilinçaltıma yerleşmiş, açıkça korktum. Hamileliğin etkisi de var tabii, ne de olsa 150 kiloluk bir yaratık ve huyunu bilmiyorsun. Kıyıdan Bademi izlemek acayip eğlenceliydi. İnsanlarla bu kadar içiçe olması onun için yarar mı zarar mı bilmiyorum ama doğal bir yaşam şekli olmadığı kesin. Geçen hafta gazetede okudum, yaz aylarında bir havuza kapatılması uygun bulunmuş. Her insan bizim gibi değil ki, zarar verenler de olabilir.
Belki de bizlerden uzakta yaşaması onun için daha uygun.
Adrenalin yüklü tatilin son günü de işte böyle geçti...
akşam sonunda kendi yatağımızdaydık...

Sonra düşündüm, insanları tatilde tanırsın lafı ne kadar doğru.
Yıllardır bildiğim insanların bilmediğim ne kadar çok yönü varmış.
Mesela;
1. Orçunun gülü bu kadar sevdiğiini bilmiyordum :) hani yangından foktan kurtarması bi kenara hergün deli gibi süt içiriyor, kemik erimesi olmasın diye
2. Herkesin yemeklerle ilgili takıntıları var; ilkerle ben maydonoz, gül dışarda salata, tufan dışarıda hemen hemen hiçbirşey yemiyor. Orçunla Zeynepin çok takıntısı yok yemek konusunda
3. zeynepin kedi ve köpek takıntısı benimkini bile geçiyor.
4. herkes benim deli manyak bir haşlanmış mısır manyağı olduğumu öğrendi tatil boyunca. çünkü pis sularda haşlanmıştır diye dışarıdan alamadım ama ağzımı suyu aktı.
5. tufan mutlaka sabahları kahve içmesi lazım ayılması için ve bir dahaki tatili muhtemelen herşey dahil 5 yıldızlılarda geçirecek.
....
evet evet insanları tatilde iyi tanıyorsun, onlar da seni...

21 Temmuz 2008 Pazartesi

bir yol hikayesi - bölüm 6 : heyecana biraz ara

9 temmuz çarşamba...
sabahın erken saatlerinde kaya misafir evinden ayrılırken filiz hanımın annesini çektim kenara nefis yayla çorbasının tarifini aldım, yakında deneyeceğim.
Heyecana biraz ara başlığını attım ama yolumuzu kaybettik diye 2 defa aynı yolu gitmemizi saymadığım için.

Hamile filan demedim Tlos a tırmandım, kimse engel olamadı bana. keçilik çocukluktan kalma, ağaçtı, tepeydi dinlemez tırmanırdım. ilker çok şekerdi, baba ya beni tırmanırken korumaya filan çalışıyor ama saklıkent macerasının sonunda itiraf etti, ben bu işte ondan daha dengeli ve başarılıyım. Saklıkentteki buz gibi sular, tanrının eliyle açtığı su yolları yorgunluğu filan unutturdu.

Ama benim ofis ve telefonlar yine rahat bırakmadı. ne araba ne de diğer tüm sıkıntılar benim tatilimi boka çeviren sanıyorum bu boktan işler oldu. Fethiyede nasıl yamaç paraşütü canım çektiyse saklıkentte de raftinge aş erdim ama kimse yemedi, dolayısı ile adrenalin bir sonraki tatile kaldı benim için. akşam göceke uğradık. Tatil planı yaparken dediler ki Göcek pahalıdır, kalacaksanız Ortacada kalın, Göcekte 12 adalar turuna çıkarsınız. Tavsiye edilen tekneyi görelim önce dedik. Meğer günlük turlardanmış, hani masalı olanlardan. ne yatabiliyorsun ne de rahatça denize girebiliyorsun. EE kaldık mı yine düdük gibi? Oturduğumuz kafedeki garson imdadımıza yetişti birkaç özel tekne ile görüştük, biraz tuzluya mal olmakla beraber sadece kaptan eşi ve bizim grubun olacağı tur için anlaştık. yemekler bizden... İnanılmaz yorulduğumu otele gidince anladım ve de acıktığımı. hayatımda hiç bu kadar mutsuz hissetmemiştim. Kötü ve pahalı bir yemek yedik, direkt otele kaçtık uyumaya. Otel kaldıklarımız içinde en ucuzu idi. Sürekli etrafta dolaşan köpek öncelikle zeynepi sonra da beni acayip rahatsız etti. Otelin dışı da çok farklı değildi, heryer köpek...
10 Temmuz Perşembe...
huzurluydu, neden?
1. beni ofisten aramadıkları tek gündü.
2. yemekleri kendimiz getirdiğimiz için tufan rahatça yemek yiyebildi
3. salatayı biz yaptığımız için gül rahat rahat salata yiyebildi.
4. tekne tek başımıza bizimdi istediğimiz her koya irip çıkabildik.
Göcek gerçekten cennetten bir köşeymiş, kaptanımız ve eşi çok genç bir çiftti, bizimle yüzdüler, mutfaklarını kullanmamıza bişey demediler hatta onlara az iş düştü diye acayip sevindiler. Muhteşem sulara bıraktık kendimizi, defalarca metrelerce yüzdüm, tüm yılın stresini belki de sadece bugün atabildiğimiz hissettim. Arka fonda Orçunun "bugün perşembe tatil bitiyor" mırıltıları olmasa tabi herşey daha iyi olurdu :)
O akşam farkettik ki bizim için gecelere akmak hayal, bütün gün denizde canımız çıkıyor ve sonrası direkt yatak. neticede kimse ilkerin karaoke bar teklifine yüz vermedi ve sakin bir gece için yemekten sonra otelin yolunu tuttuk.

20 Temmuz 2008 Pazar

bir yol hikayesi - bölüm 5 : heyecana devam

Usta dedi ki "I IH ben yapamam, merkez servise götürün bunu" hadiii... kaldık düdük gibi ortada. olsun bizi kimse döndüremez yolumuzdan. Kekova turuna çıkacağız! eşyaları aşağı bıraktık, arabayı Petera teslim ettik, kiralama şirketi akşam bir transfer aracı ayarladı bize, 7 de alacak, kayaköye götürecek.
Kekova turu berbat başladı, çünkü tura kara yoluyla başladık. benim bulantım filan yokken kusacağım, öyle kötü kullanıyor arabayı, sanırsam şoför öküz genleri taşıyordu. Dedim ki mızmızlanma hamilesin sana öyle geliyor. Yok ayol indik çoluk çocuk herkes perişan. Deniz böyle sallamaz adamı. Kekova turu muhteşemdi. gölgeyi katık bütün gün yattık, hemen her yerde denize girdik. Tekneden atlayamıyorum, acaip koyuyor ama olsun denize girebilmek bile muhteşem. derken farkettim ki fotograf makinasının hafıza kartı laptop da laptop da evde kalmış!!! buyrun burdan yakın! dolayısı ile kekova turuna ait tek fotograf aşağıdakinden ibaret.

Yemekleri tufan beğenmemesine rağmen bence teyzenin köftesi müthişti. yemekten yana hiç sıkıntım olmadı, zaten deli gibi yiyorum. Teknede cepimde dünya kadar ofisten mesaj vardı. Fena çok fena bakanlıktan garanti belgesi dönmüş. Ankarayla istanbulla konuştum, acayip sinirlerim bozuldu. Dedikleri herşeyi tam yapıyorsun, onayını alıp, tamam deyip tatile huzur için çıkıyorsun, hadii bilgisayar bul çalış diyorlar sana. akşam turdan yine genleri bozuk şoförle döndük otele. Peter sağolsun bilgisayarını verdi, yapabileceğim kadarıla 1 saat uğraştım, ilker Kaşa inip hafıza kartı aldı. Orçun otelin önünden denize girdi, arabanın biraz gecikeceğini öğrenen ilker kendisine katıldı, şen şakrak işler düzeliyor derken, transfer araç 7 de gelmesi gerekirken tam 9 da geldi. içinden hayatımda gördüğüm en kaba insan çıktı, ilker adamı dövmemek için nasıl bu kadar sabırlı oldu hala bilemiyorum. Bir de yanlış anlaşılma olmuş diye yalan söyledi. Virajlı yollarda birkaç kaza tehlikesi atlattık, bir defa ilker arabayı sağa çek, telefonla öyle konuş diye adamı tersledi, zeynep arabada hamile vardan yaşamak istiyoruma kadar türlü şikayetlerde bulundu, ilker adamı dövmesin diye sarsıntıyı bahane edip öne yanına geçtim. Fethiyeye geldiğimizde öküz insan arabayı başkasına verip defoldu gitti. yerine gelen adam acayip neşeli bir şöfor, ondan öğrendik ki öküz herif patronmuş, ve 5 te fethiyeden kaşa doğru yola çıkması gerektiğini bildiği halde 7 de çıkmış. güç bela Kayaköyde Kaya misafirevine vardık, saat 11 di ve yemeğimiz odalarımız hazır bizi bekliyordu, Orçunun "iyi akşamlar herkese" narası tüm tatilin esprisi oldu. Korkunç akşamın üstüne otel ilaç gibi geldi. Sahibi Filiz hanım dağcı, İngiliz arkadaşının oteli olan bu evi dara düşünce geçen yıl almış, annesi babası ile birlikte işletiyor. İşi yükü ağır ama yemekler servis öyle özenli ki insanın istemeye istemeye yaptığı iş böyle olursa istese neler yapar diyesi geliyor. Hayatımızın en güzel uykusunu çektik, mis gibi dağ havasıyla birlikte.

8 Temmuz Salı..
Sabah kalktığımızda birşeyin farkına vardık, dağ başındaydık ve arabasız 6 kişiydik. Küçük bir otel ve zeyneple ikimizi tedirgin eden köpekler... arabanın akşam fethiyeye getirileceğini öğrenmek biraz rahatlattı ama oyalanmamız gerekiyordu. Babam buraların tandırının meşhur olduğunu söyleyince yürüme mesafesinde bir tavsiye aldık. Akşam üzerine kadar kimi havuza girdi, kimi okey oynadı, sonra gydik spor ayakkabılarımızı çıktık yollara. 400 metre denen heryere en az 2 km vardı, kuşkusuz yöre halkının mesafe tayini biraz zayıf.. sonunda bulduk lokantayı, bu defa yemek konusunda benden daha hamile hassasiyeti olan tufan kuzu kokusuna dayanamayıp aç kaldı. Protein niyetine götürdüm etleri, epey de güzeldi aslında. üzerine bir güzel uyumuşum ooooh. arada ofisle görüşmelerimden ve de sinir bozukluklarndan bahsetmiyorum tabi. Akşam ilker minibüsle fethiyeye inecek, arabayı teslim alacak. Koşarkn yaşlı bir çoban teyze ; " ya yiyonuz yiyonuz, şişiyonuz, sonra koşuyonuz annamadım ben bu işi" diye kocama laf atmış. ilker de "yok teyzecim dolmuş arıyorum, burdan mı geçiyor" diye sormuş, cevap "ben daha fethiyeyi görmedim kayaköyden çıkmadım ki" olmuş. TV den zayıflamak için şehirlililerin koştuğunu spor yaptığını filan biliyor da daha 10 km uzağı görmüşlüğü yok, yurdum insanı işte..
Vee.. ilker arabayı getirdi, nasıl da özlemişiz özgür olmayı, akşam bunun şerefine Hisarönüne indik.
düşük kaliteli İngilizlerin mekanı olmuş zorlama bir tatil beldesi havası hakimdi. barlarda oturasımız bile gelmedi. Nerde Kaşın samimiyeti nerde buranın sıradanlığı..
neyse birgün arayla planlarımıza devam edebiliriz, yarın Ortacadayız ama önce Saklıkent ve Tllos.

19 Temmuz 2008 Cumartesi

bir yol hikayesi - bölüm 4 : aksiyon dolu tatilde ilk 2 gün

5 temmuz cumartesi...
yapılacak çok iş var ama bu düdükcan uykudan başka birşey yaptırmıyor insana. evet arkadaşın cinsiyetinin belli olmasına daha çok var, unisex bir isim düşündük, düdükcan da karar kıldık. nasılsa anlamıyo şimdilik, dalgamızı geçiyoruz. pedikürden dönüp evde uzanmış "birdcage" filmini izlerken telefon çaldı, ilkerin arabası serviste olduğundan benimki aldıydı, şimdi kiralık aracı almamız gerekiyor yani ben acele aşağı inicem, taksiyle sahile geçicem, yoldan beni alacak, iki araba döneceğiz eve. tam kapıdan girerken yine telefon. Gülle orçunun apartmanda tüp patlamış, zeynep yakınlarda olduğu için olay yerine gitmiş, şimdi ben arayıp soraymışım. zeynepi aradım, sokmuyorlarmış kimseyi apartmana. tabi telaş... gül içerde... neyse ilker kiraladığımız arabayla aldı beni hemen gittik, sokağa girer girmez ağır bir koku... sonraki günlerde duyduğumuz her mangal kokusu bize o anı hatırlatacaktı kuşkusuz. Orçun polisleri filan dinlememiş dalmış içeri, kapmış gülü, aşağıdalar. zeynep tufan hep oradalar. allahtan tüp değilmiş, klimanın elektrik kontağından çıkmış yangın ve söndürülmüş ama bütün apartman is. halılar ıslanmış, titiz gül bir taraftan eşyalarını topluyor bi taraftan halılara yanıyor. erkekler halıları kuru temizlemeye götürdü. bana iş yaptırmıyorlar, zeynep yerleri sildi. ev tamamen is kokuyor, kalamazlar orada. tatil eşyalarını toplayıp bize geldiler. işin kötüsü akşam 8 olmuştu ve daha ben bavul filan toplamamıştım. tabii bir dünya şey unutuldu. ilkerin annesine gittik mis börekleri taze meyvesularını aldık. sabah planımız 4 te kalkıp yola çıkmak!!!
6 temmuz pazar...
kalktık, tam 4 defa birşeyleri unuttuğumuzdan eve tekrar girdik, su- tüp kapatmak, ilkerin cüzdanı, benim şapkam... bir de tamamen unuttuklarımız var, IPOD, tabu oyunu, tavla, kitabım, havlu... üstüne zeynepi almak için arabadan inerken meyvesuyu dolu termosum düştü kırıldı. Nazar dedik geçiştirdik.
Aydın otoban çıkışında kahvaltı ettik... temiz havayı içimize çekerken tatili iliklerimizde hissetmeye başlamıştık. yangın, unuttuklarımız, herşey geride kalmıştı, önümüzde 1 haftalık huzur dolu bir tatil vardı ???
ölüdenize vardık, burada denize girip, birkaç saat dinlenip Kaşa doğru yola devam edecektik. Ölüdenizde 2 şezlong + 1 şemsiyenin fiyatının 15 ytl olması bile moralimizi bozmadı. fethiyeden çıktık, ilkerin sigara içesi geldi kıllık yaptım mola verip için dedim. dağ başında durduk, sigaralarını içtiler, arabaya bindik, vites geçmiyor!!! geçtiği vites değişmiyor... 1 2 3 olmuyor. kaldık dağ başında, saat 6!! araba kiralama şirketini ve servisi aradık, kaşa kadar 2. vitesle gidin dediler. 60 km gittik... ama sahilin bu kadar muhteşem olduğunu başka türlü bu kadar içimize sindiremzdik zira yol 2 saatten fazla sürdü. bu arada amacımız akşam sanayiden usta bulup ertesi güne kadar arabayı hazır ettirmek kekova turundan dönüşte basıp kayaköye dönmek. güç bela otele geldik. Medusa Otelin sahibi Peter çok sevimli bir ingiliz, bize acayip yardımcı oldu. yataklar çok rahat değilse de misafirperverlik 1 numaraydı. bizim için her ihtimale karşı 1 gece da oda ayarladı. Akşam tavsiye mekan Arabın yerine gittik. Biz balık lokantası sanıyorduk, ilgisi yokmuş. Ama hanımı bir ordöv tabağı hazırlıyor, sadece onu yemek bile yetiyor. Hayatımda hiçbir lokantada bu kadar lezzetli mezeler yememiştim. Arap ile karısı meğer Kaş restoranın efsanevi aşçılarıymış, sonra kendi yerlerini açmışlar. Arap bizi meydandan alıp lokantaya götürdü, küçücük mekan. başımıza gelenleri duyunca 1 soda şişesini kırdı, hah dedi nzar filan kalmadı üzerinizde! O gün farkettim ki bu düdükcan hadisesi en çok birada beni vuruyor. Ya bir kokuyor, içicem nerdeyse.. tatil, mis gibi yemekler, gevşemek için 1 şişe bira tam ihtiyacım olan şey ama maalesef... otele döndüğümüzde yorgunluktan ölmek üzereydik ama usta piyasada yoktu. Gece gelmiş, bişey göremeyince sabaha randevu vermiş....

31 Mayıs 2008 Cumartesi

bir yol hikayesi - bölüm 1 : temel atma töreni

İzmire taşındığımızdan beri her hafta mutlaka görüşen 6 kişiyiz. Aslında erkekler ilkerin mahalle arkadaşı, ben de onları 10 küsür senedir tanıyorum. birini geçen yıl evlendirdik ve her hafta birlikte takılma ritüeli de hemen hemen aynı zamanlarda başladı denebilir. İlker okey turnuvalarında ısrar edince, 2 kız erkekler için okeye dördüncü olduk. kah bizim evin balkonunda, kah inciraltında, haftalarca oynadık. Okey turnuvaları zamanla yerini, kahvaltılara, mangallara, rakı balıklara, sinema gecelerine, tekne turlarına bıraktı. Derken gönlümüz razı gelmedi, üçüncüyü de baş göz eder gibi olduk, sayıyı altıya tamamladık. yeni eleman benim 15 yıllık arkadaşım olmasından mıdır bilinmez ortama acayip ayak uydurdu. Uzun lafın kısası, "friends" dizisindeki gibi 6 kişi birlikte takılıyoruz.
Birkaç ay önce Kordonda bahsi geçmişti, mavi yolculuk yapalım diye, kokoş çift, zeynepin deniz tutması, tufanın klimasız ortamlarda uyuyamaması gibi sebeplerle günübirlik turlar hariç otel tercih ettiler.
Aradan zaman geçti, bir pazar mangal yakalım dedik, kalktık, seferihisar yolunda Tokatlı Rıfat Ustanın yerine gittik. Bu arada burası etleriyle, servisiyle, fiyatıyla muhteşem bir yer. Bir duvarı baştan aşağı Atatürk resimleriyle donatılmış. Bademli köyü yol ayrımında, yemekten sonra Türkiye'nin okuma yazma oranı en yüksek ve tek tiyatro sahibi köyüne de yürüyüş yapma fırsatı buluyorsunuz. Neyse, etlerimizi yedik, çaylarımızı içerken yine tatil muhabbeti açıldı. Derken bir yol haritası bulundu, üzerinde gidilmesi gereken yerler işaretlendi, yolculuk kabataslak belirlendi. En önemlisi tarihti. Temmuzun ikinci haftası herkesçe kabul görünce, iş işyerlerinden izin almaya kaldı.

Ben tabi durur muyum, hemen iznimi kaptım, benim arkamdan bütün ofis! bu arada ben zeynepi, ilker orçunu sıkıştırıyor. gül zaten almış. Temel atma töreninin ardından ilk hafta izin konusu tek fireyle halledilmişti. Tabii ki Orçun!!
benim ofiste gitmek istediğimiz yerleri iyi bilenler var, sordum soruşturdum, dersime çalıştım, ilkere birkaç otel bilgisi verdim, o da sağdan soldan araştırdı, rotayı, kalınacak otelleri belirledik. 7 günlük tatil ilkere kalsa 9-10 güne sığmayacak. Bilenlere sorduk, kelebekler vadisi ile fethiyede tekne turunu iptal ettik. Bir de Datça tarafını başka tatile bıraktık. Ama Kaş illa ki Kekova turu olsun denince, 7 günlük tatil ana hatlarıyla ortaya çıktı. toplandık tufanın evinde, otellerin internet sitelerine girdik, tekne turlarını anlattık, birkaç ufak değişiklikle rezervasyonlara karar verildi.
kısaca;
cumartesi minibüs kiralanıyor
pazar sabaha karşı yola çıkılıyor, yolda kahvaltı, öğleye doğru ölüdeniz
akşam kaş'a devam, rakı balık yapılıyor, kaş iyice geziliyor
pazartesi, kekova turu
akşam fethiyeye geri dönülüyor. kayaköyde konaklama
salı, saklıkent ve tlos
çarşamba, göcek yat turu
perşembe, dalyan bacardi turu
cuma, marmaris, çamlıda konaklama
cumartesi, gökova yat turu ve sabaha karşı dönüş

o akşam, fiyatlar çıkarıldı, listeler yapıldı...
sonrasında ilker otellerle pazarlıklar yaptı, otel paralarını epey düşürdü.

muhteşem tatilin temelleri atıldı, şimdi hazırlık zamanı...
bir de hayallere dalıp kaş'tan fethiye'den çıkma zamanı...

13 Nisan 2008 Pazar

iyi kitap, iyi müzik


kitaplara gömülmüyorum, hayattan kopmuyorum ama bu aralar fırsat bulduğum her anı satır aralarında değerlendiriyorum. Portobello Cadısı, en çok okunan kitaplardan biri olduğu için kitaplığıma girdi. Paulo Coelho'nun meşhuuur Simyacısından sonra okuduğum ikinci kitabı. Kaybolmuş bir kadının kendini arayışının öyküsü. Dikkat çeken en önemli ayrıntı, Coelho'nun bir biyografi tarzında değil de, Athena'nın hayatından geçmiş kişilerin gözü ile Athena'nın hayat hikayesini anlatması. Bu farklılık hikayeyi tekdüzelikten kurtarıyor. Athena'nın hayatından kesitler veren bu kişiler, ister istemez objektiflikten uzaklaşıyorlar, kendi bakış açılarını, yorumlarını katıyorlar, böylece Athena'yı çok farklı noktalardan yakalayabiliyorsunuz. Athena gibi kendini arayış yolculuğunda başkaldıranların ve gerçekleri haykıranların hemen her çağda olduğu gibi, günümüzde de nasıl bedeller ödediklerine şahit oluyoruz. Kısacası Portobello Casıdı "Şu gel geç ömrümüzde amacımız mutlu olmaksa, kendimiz olmak adına bazı bedeller ödemeyi göze almalıyız" diyor. Haksız da değil hani!!

Hasta olduğum haftasonu Orçun+Gül+Zeynep+Tufan dörtlüsü Kordona bira içmeye gittiler. Equador diye bir mekanda sohbet edebilmek için dışarıda oturmuşlar ama içede çalan müziğe hasta olmuşlar. Hemen bu haftaya rezervasyon yaptılar.
Akşam 7'de gittik, maç izlendi, yemekle yendi, biralar yuvarlandı. sonunda müzik başladı. Tek kelime ile kalite... Saksafonda Erdoğan'a süper tezahurat yaptık, ne de olsa İlknur'un arkadaşı... Gitar ve vokal de şahaneydi. Kendimizden geçtik diyebilirim. Servis de iyiydi, salsa yapan garsonlar vardı. Zaten bazı akşamlar salsa geceleri düzenleniyormuş. Fiyatlar da müziğin kalitesini hesaba katınca öyle aman aman değil... Kordonda öyle mekanlar var ki, çakkıdı gençliği omuz omuza, gürültüden iki çift laf edilmiyor. hani maksat muhabbetse dışarıda oturulur ama iyi müzik için Equador'a gidiyoruz bundan böyle.

27 Ocak 2008 Pazar

kore

koreye gitmeden önceki gün canlarım deniz ve zeyneple buluştuk, ramazan ramazan kordonda bira-patates yaptık hem de 5 saat!!!
gülmekten, konuşmaktan çenelerimiz ağrıdı, deniz fireball mu ne öyle garip bir icat bulmuş kendine 3 gün çalışmış, gecenin sonunda ve biraların etkisiyle kordonun ortasında çalıştıklarını göstermesine izin verdik:)))

Dünyanın bi ucuna ille de gitmeye niyetliyseniz işte Kore ile ilgili birkaç faydalı not ve de izlenim:
- Yaz sonu tayfun mevsimidir mutlaka hava durumu kontrol edilmelidir:
koreye gideceğim gün maillerime şöyle bi bakayım dedim, o da ne! tayfun koreyi sarmış ve iç hat uçuşları iptal edilmiş, acil durum planına geçilmiş ki bu koreye indikten sonra 5-6 saatlik otobüs yolculuğu anlamına geliyor. neyseki ben seule indiğimde tayfun filan kalmamıştı.

- Bizim cep telefonları çalışmıyor, ya telefon kiralayacaksınız yada telefon kartlarıyla konuşacaksınız.

- Bir bayan arkadaş iyidir, keyifle gece geç vakitlere kadar gezilebilir, sokaklar güvenli olduğundan rahatsız eden bakan olmaz:
her yıl forum için koreye giderim, türkiye ortadoğu ülkesi sayıldığından kaldığım otelden, katıldığım seminerlere, seyahat ettiğim otobüse kadar tüm organizasyon araplarla geçer, ve takdir etmek gerekir ki bayan olmaz!! hep son 1-2 gün Avrupadan gelen bayanlarla sohbete başlayabilirim ki bu da çok kısa sürer!! bu seneye kadar hep böyle oldu, ama bu yıl RAHMA vardı!!! RAHMA 25 yaşında, Tunuslu bir makina mühendisi, bıcır bıcır hep gülümseyen, fransızcaya kaçan bozuk ingilizcesiyle sürekli konuşan acayip sevimli bir hatun. Bana 4 yıl önce ilk koreye gidişimdeki halimi hatırlattı. İşte Rahma bu:



TR ye dönüşte yanımda türkiyeyi tek başına gezmeye gelen bir Koreli bayan vardı, epey sohbet ettik, tarihi güzelliklerimizden öyle içtenlikle bahsetmişim ki hatun beni tarih öğretmeni sandı. Eh 1 haftalık koreden sonra memleket özleminden THY nin hosteslerine bile sarılasım gelmişken yurdum güzelliklerini pek tabii hasretle anacağım değil mi ya:)) uzun lafın kısası nasıl bu kadar güvenli bir ülke olabildiklerini sordum, Korede silah sadece asker ve polis tarafından taşınırmış. biz de her magandanın belinde bi tane var!!!

- Tanınıyoruz: Evet hangi koreliyle tanışsam ve de türküm desem acayip sıcak bir karşılamaya maruz kaldım. Kore savaşında verdiğimiz şehitlerin hatırına türkleri çok seviyorlar ve de bizlerden vize almıyorlar.

- SOJU mutlaka alınmalıdır : Soju, Korenin meşhuuur pirinç şarabı, yemekten önce tek atıyorsun , keyfin gıcır:) ama öyle freeshop a bırakmayın mutlaka marketlerden alın. çünkü marketlerde 1 USD civarında satılıyor, free shop ta dünya para vermenin alemi yok. e-mart a gittik, 5 şişe soju aldım, müslüman kardeşim Rahmayı biraz şaşırttım galiba:)

- Busan Paradise Otelinde 1 gece geçirilmelidir: Otel okyanusun kıyısında, manzara muhteşem, önünden upuzun bir yürüyüş-bisiklet parkuru geçiyor, odalar harika (dayanamadım fotorafını bile çektim.) ve Bulgar bir grup canlı müzik yapıyor ki mutlaka dinlenmeli.

- Okyanusa ayaklar sokulmalı : ama çok yaklaşılmamalıdır zira dalgalar kum dolu ve devasadır, bizim buraların denizine pek pek benzemez.

- Taksi müthiş ucuz: 10 USD ye şehrin bi ucundan öbür ucuna gidebilirsiniz.

- Mutlaka ama mutlaka GINSENG alınmalıdır: ama semt pazarından!!! çünkü lüks dükkanlarda kazıklamaya çalışıyorlar. O mucizevi kök bitkinin kendisini almayacaksınıız çünkü damak tadımızla uzaktan yakından alakası yok, iğrenç bişey. Bi de mutlaka en az 6 yıllık olanlarından alın, şarap gibi yıllanmışı makbul. Kapsülleri ve de çayı en iyi hediyeliktir. Gençleşmeye, zayıflamaya, ultra enerji gereksinimine birebir.

- GIMCHI denenebilir: gimchinin bildiğimiz lahana turşusundan pek farkı yok biraz daha acılısı... biz turşuyu ne zaman yeriz? kuru fasulye pilav bilemedin köfteyle. bu koreli kardeşler her allahın öğünü yiyorlar, dünyada sadece Korede özel gimchi buzdolapları imal ediliyormuş, b.kunu çıkarmışlar gimchi olayının. yani kısacası denenbilir ama abartılması önerilmez

- Kahveleri berbattır: Eğer benim gibi seminer tarzı bir etkinlikle gidiyorsanız yanınıza poşet nescafe alın derim keza kahveleri bulaşık suyu gibi. ama sadece gezecekseniz sorun yok, şehirlerde köşe başı Starbucks:) Son gün otelin yakınında Starbucks gördüğümde küçük çapta bir çığlık atmışım Rahma "nooluyoruz" bakışı attı. Meğer Tunus'ta Starbucks yokmuş, sevincimi önce anlamadı, dükkana girip kahvelerimizi alınca hayatında içtiği en muhteşem kahve (türk kahvesinden sonra) olduğunu söyledi.

- Servis çooook yavaştır: tüm organizasyonu açık büfe şekline dönüştürmeleri son derece isabetli olmuş. Free geçen son günümüz tam bir felaketti. Öğle yemeği için lokantaya siparişlerimizi 1,5 saat öncesinden vermiş olmamıza rağmen servis gecikti. Az önceki Starbucks olayında dükkanda kimsecikler olmamasına rağmen 2 kahveyi tam 25 dakikada hazırladılar. Akşam otelde alakart yemek yaklaşık 2 saatte geldi ve son olarak akşam fancy bir restoranda yemek yemeğe giden diğer grup pub ta bize 12:30 da katılabildiler. kısacası herşey yeşil çay servis seremonisi kıvamında yapılıyor.

- Pazarlık şart: Semt pazarına gittik Rahmayla, 3 saat gezdik, 3-5 poşet bişey aldık ve bir araba pazarlık ettik ama iyi ettik.

- Korede evlerde yemek pişirme adeti pek yok; hatta ev yaşantısı bile pek yok, sokaklarda el arabalarında deniz mahsülleri pişirilip yeniyor, gece geç saatlere kadar herkes sokaklarda.


- WC lere dikkat: Bu tabii genel bi durum olmayabilir, biz Rahmayla çok sayıda WC macerası yaşadık ama en beteri Hyatt Otelinin Pub ında başımıza geldi. WC sırası beklerken Koreli - sarhoş olduğu herhalinden belli- lezbiyen bir hayat kadınının tacizine uğradık, az daha pazarlığa oturacaktı bizimle!!! hayır 30 olacak olmasam bi yaşıma daha girdim diyeceğim. Sonraki WC ziyaretlerimize bize eşlik eden Panamalı ve Meksikalı beyleri refakatçi yapmak zorunda kaldık.

- Changwon House ziyaret edilmeli: Changwon bir sanayi şehri ve bence kimse oraya gezmek için gitmez ama olur da yolunuz düşerse, Changwon House ilgi çekici bir mekan. Yüzlerce yıl önce inşaa edilmiş çok zengin bir ailenin evi, şimdi sadece müze olarak ve özel geceler için hizmet veriyor. Yeşil çay seromonisi hoş bir tecrübeydi ama acayip yavaaaş...



diğer ülkeler hakkında sahip olduğum birkaç bilgi ile veda ediyorum canlarım:
- Tunus şeriatla yönetiliyormuş ve birkaç yıl öncesine kadar sokakta başı kapalı gezmek yasakmış, şimdi yeni yeni kapanmaya başlamışlar.
- Şeriat kanunlarına göre zina ancak başkalarıyla evli 2 insanın cinsel ilişki halindeyken 4 kişi tarafından şahit olması halinde ceza haline geliyormuşki bu da teknik olarak mümkünatı neredeyse imkansız olduğundan pek öyle zina için taşlama cezası görülmüyormuş.
- Katolik aileler isterlerse erkek çocuklarını sünnet ettirebiliyorlarmış, ben cahilim galiba sadece Yahudi ve Müslümanlarda var sanıyordum.
- Meksika birası içtim içinde limon vardı, çok enteresan!! ve Migrosta da satılıyormuş daha dün öğrendim.
- USA yönetim de halk da hala Irak'ta yaptıklarını savunuyor : son akşam Amerikalı Melle sohbet ederken Irak'ı dokundurdum ve "hey men çok iyi yapıyoruz" şeklinde tepki verdi, Rahma Arap ve müslüman olarak neredeyse adamın üzerine atlayacaktı, tabii puba giderken Mel'i direkt kick out yaptık. çok zeki Amerikalı dostumuz tavrımızı anlamış sabah kahvaltıda yanımıza oturdu ve "ben Kuveyt Savaşına asker olarak katıldım, biz gitmesek Irak orayı ele geçirecekti, biz dengeleri koruyoruz" dedi yüzsüzce!!! ben düşüncelerimi sıraladım; ortadoğunun polisi misin kardeşim, sana mı düştü dengeleri sağlamak, herşeyi para için yapıyosun, pkk denen illeti hortlattınız, türkiyenin USA ya karşı sempatisi kalmadı, vs vs vs...
- Suudi Arabistanda kadınların araba kullanması yasakmış. Para cezası varmış. Bunun gibi pek çok ceza İrandakinden daha ağırmış.
- İranda evlerde herşey serbestmiş. Yani kadınlı erkekli, içkili partiler yapılır, sokağa çıktın mı kadın kısmısı örtünürmüş.
- İrandaki devrimden sonra alınan kararların pek çoğundan hükümetin kendisi de pişmanmış ama yiğitliğe b.k sürdüremediklerinden devam edip gidiyormuş.
- Macarcada ayakkabıya bizdeki gibi "pabuç" diyorlarmış.
vs.. vs...

--