alıntı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
alıntı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Kasım 2014 Cuma

Kavanoz ve iki fincan kahve

Yoga derslerine devam ediyorum ben!! yeayyy... (#80şükürvesilesi ;) 24 galiba ay yok sayacağım ben böyle olmuyor)

Eh sen yapıyordun, diyeceksin, doğru yapıyorum, çok da iyi geliyor ama benimkiler kültür fizik hareketlerine dönüyor artık. Özellikle nefes egzersizlerine ihtiyacım var, onu da kendim yapamıyorum. Neyse işte iki derse katıldım bile. 


Gerçi bu üçüncü hafta ve ben iki istanbul seyahati bir Arca bir de bizzat kendi hastalığım yüzünden dersleri kaçırıyorum ama olsun, harika bir hocam var. Ondan daha sonra bahsedeceğim, çünkü bence hikayesi yazılası bir kadın, Deniz.


Deniz tüm öğrencileriyle bir whatsapp grubu kurdu, bize yoga ve hayata dair hemen her konuda bilgilendirme mesajları gönderiyor. Geçenlerde çok insanın bildiği ama benim ilk defa okuduğum bir hikayeyi paylaştı. Benim gibi bilmeyenler vardır diye ve sonra tekrar tekrar okuyayım diye buraya koyuyorum. Evet dönüp dönüp eski yazılarımı okuyorum ben, hiç dalganı geçme, dalarım!


Buyurunuz hikaye:

19 Temmuz 2013 Cuma

Anne ve Babalar için Okuma Önerileri

Geçenlerde bloga bırakılan yorumlardan biri "okuma alışkanlığı edindirme" üzerineydi.
Tesadüf bu ya, bugün mail grubunda bir arkadaşım aşağıdaki yazıyı paylaştı.
Kaynağına ulaşamadım tam olarak ama herhangi bir cümlesini gugıllayınca yazının önceden defalarca paylaşıldığını görüyorsunuz, oldukça eski bir yazıymış.
Kim hazırladıysa, eline sağlık, bütün düşündüklerimi yazıya dökmüş:)
Bana da paylaşmaktan başka bir iş kalmıyor:)

12 Ocak 2013 Cumartesi

Fareler ve insanlar

Meltem Gürle'nin yazdığı aşağıdaki yazı bu kaynaktan alıntıdır. Bugün bir paylaşımda okuduğumda o kadar sevdim ki buraya taşıdım.

" Bundan on beş yıl kadar önce, bahar döneminde, İstanbul’da bir lisede öğretmenlik yaptım. Geçici bir işti bu. İngilizce edebiyat dersini veren hoca hastalanmış, sınıf da bir dönem için öğretmensiz kalmıştı.

Öğrenciler için de benim için de zor bir süreçti. Onlar bir üniversite hocasının getirdiği serbestiye alışık değillerdi. Ben de tahtaya bir şeyler yazmak için sırtımı döndüğümde, arkamda fırtınalı bir okyanus gibi dalgalanan bir sınıfa dayanamıyordum.

1 Kasım 2012 Perşembe

Donmuş limon mucizesi? - Alıntı

Konudan bağımsız limon dilimli yeşil çay sanatsal çalışması
Geçtiğimiz günlerde İzmirli anneler mail grubunda paylaşılan bir maili aynen yapıştırıyorum.
Zararı yoktur ne de olsa limon :)
Ben o günden beri her sabah ılık suyun içine limon rendeleyip içiyorum.
Hatta tatil süresince sabah yeşil çayının içine de rendeliyordum.
Salataya ve çorbaya da...

Neyse uzatmayayım, aşağıdaki alıntıda ilginç bilgiler var,
"just a yellow lemon tree..." :)

8 Haziran 2012 Cuma

Eşekli kütüphaneci

Posta kutusuna düşen bir yazı, kaynağını bilmiyorum, ama çok etkileyici.

Yıl 1943. Genç Mustafa’nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesi’ne çıkar. Devlet memurluğu o dönemde süper bir şey, çünkü özel sektör falan yok. Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok.

10 Mayıs 2012 Perşembe

Hurried Child Sendromu = Acele ettirilen çocuklar

Acele işe şeytan karışır
Acele giden ecele gider

Benim gibi telaşe memurlarını biraz sakinleştirmek için atalarımız tarafından söylenmiş, pek sevilmiş, bugüne kadar gelmiş sözler. Bir de bizim zamanımızda “Acele işe, ben de işeyeceğim” geyiği vardı değil mi? Evet biliyorum iğrencim:P

Geçtiğimiz günlerde İzmirli anneler mail grubunda tartışılan konu başlığını görünce evden çıkmazdan önceki “hadi hadi”lerden bahsedilecek sanmıştım. Meğer bambaşka bir şeymiş.

Hurried Child sendromu

8 Mart 2012 Perşembe

Konvoy halinde, sabah trafiğinde, dur kalk yaparken...

... biri gelip arkadan çarparsa (ya da kaza işte siz de çarpabilirsiniz, insanlık hali), yapılacak şey kolaydır. Trafiği aksatmayacak bir yere çekilir, arkadan çarpanın hatalı olduğu bellidir, sürücüler aralarında tutanak tutar, hasar varsa arkadan çarpan arabanın trafik sigortasından veya kaskosundan bedeli karşılanır.


Bu sabah bunu yaşadım. Değerli (!) bir abimiz arkadan çarptı. İndik. Tutanak tutalım dedim. Kenara çektik. Abimiz hafiften kodaman altında Jeep, benim miniş Corsa’ya güya “dokandı” ama kuvvetle muhtemel tampon değişecek. Abim, “bir şey yok ablacım”da ısrarlı, ben, tutanak tutturmakta.

22 Şubat 2012 Çarşamba

Boş boş bakıyorum ekrana...

Boş boş bakıyorum ekrana...
Boş boş Fenerbahçeliler'in tepkisine bakıyorum. Ağlayışına, başkanları için örgütlenmelerine, boş boş....
Şikeyi sorgulamıyorum, detayları zaten bilmiyorum, hani benim takımımın başkanı böyle bir şeye karışmış olsa takımımı bu duruma sokmuş olsa, kanımca tam tersi davranırdım. Ama benim empati kuramamamın sebebi bu değil, zira ben Aziz Yıldırım'ın tutuklanmasına da karşıyım, çok önceden şaka yollu yazmıştım.

Boş boş bakmamın sebebi, bu milletin gençliğini ben tepkisiz sanıyordum, değilmiş yav!
Ben yanılmışım, utandım!

9 Şubat 2012 Perşembe

Termodinamik ukelası burada!

Neden sürekli “sıcaklık” yerine “ısı” kelimesi kullanılıyor? Fitil oluyorum. “Isı” bir enerji birimidir. Isının düşmesi diye bir tabir yoktur!
Sıcaklık düşer, çıkar.
Isı ? düşmez kalkmaz bir Allah!

Bunu bir de ulusal haber kanallarında yapmıyorlar mı, deli oluyorum. İsimsiz tehdit mesajları gönderesim geliyor!


Bir mühendis olaraktan hemen bilimsel olaraktan -sokaktaki insanın anlayacağı şekilde - açıklıyorum, anlamayanın kafasına terliği atarım.

31 Ocak 2012 Salı

7 Aralık 2011 Çarşamba

Hazzın ertelenmesi

Arca sanırım henüz bir yaşını filan bitirmişti. Bir doktor kontrolü sırasında artık onun bir birey olduğundan, çocuk eğitiminden, sınırlardan bahsetmiştik. Arca’dan söz ederken birinci çoğul şahıs yerine üçüncü tekil şahıs ile cümle kurmaya başlamam o günlere rastlar. Üç yaşındaki çocuğu hakkında bilgi verirken “artık çişimizi tuvalete yapıyoruz” diyen anneye, doktorun “sizin adınıza çok sevindim, demek bu yaşta hala bezliydiniz” esprisine o gün epey gülmüştüm. Hadi üç yaş neyse de ben ilkokula giden çocuğu ile ilgili “sınavı kazandık” gibi bir cümle kurulduğuna şahit oldum, çok antipatik!


Neyse konuyu dağıttım. Doktor o gün bana bir soru sormuştu. “Pastanın neresini seversiniz?” “kekini” “peki önce pastanın neresini yersiniz? Kekini mi? Kremasını mı?” “kekini sona bırakırım” demiştim.

26 Kasım 2011 Cumartesi

Günün çorbası iftiharla sunar: Ev işlerinde pratik bilgiler

Tabii ki mail kutusundan arak! ama faydalı görünüyor, hadi bu kıyağımı da unutmayın:P
* Ütü yapmayı sevmiyorsanız daha kısa sürmesini sağlamak çok kolay. Ütü masası kılıfının altına alüminyum folyo serin. Folyo ısıyı geri yansıtır ve ütü yapma süresi kısalır.

10 Kasım 2011 Perşembe

"Çok geç diye bir zaman yoktur."

Bugün 10 Kasım.

Bir süredir tam da bugün saat 09:05'te Atatürk için saygı duruşunda bulunurken, aklıma bunu "sap gibi dikilmek" olarak görenlerin sözü geliyor. Gülüyorum. İyi o halde sen de ruhuna Fatiha oku Atatürk'ün, zira o koltukta oturabilmeni ve oturduğun yerden "sap gibi dikilmek" lafını edebilmeni sağladı Atatürk.

Bugün şahsi maillerime bakarken çok güzel bir alıntı okudum. İşte şöyle yazıyor:

15 Ekim 2011 Cumartesi

14 Ekim 2011 Cuma

Çocuğumuza inebiliyor muyuz?

Annelik anlamında çok yanlışlarım oluyor, biliyorum. Vicdan yapıyorum sonra bir şekilde dalgaya alıyorum. Böylelikle hem kendimi hem de çocuğumu “annelikte mükemmellik” zehrinden korumaya çalışıyorum. Bu da benim savunma mekanizmam, kişiye özel, herkese uyacak bir şey değil.

25 Eylül 2011 Pazar

Çok güldüm yav

Mail ile gelen bir yazı, kaynağını bilmiyorum, çok güldüm. Yorumlar benden...bazılarına yapacak yorum bile bulamadım.

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Boğulma hakkında - çok önemli

Bizimkilerin yazlığının olduğu mevkide deniz hemen derinleşiverir, bir bakmışsın su bilekte bir bakmışsın belde. Yüzme bilmiyorsan tehlikelidir. Aslında yüzme bilene de tehlikeli. Annem ben çok küçükken boğulma tehlikesi atlatmıştı, Ege Üniversitesinin kampının önünde olmamız ve tıp öğrencilerinin kampta olmasına çokça dua etmiştik, abiler kurtarmıştı annemi dalgaların arasından.

Bu hafta dinlediğim olaydaki grafiker kadın annem kadar şanslı değilmiş. Eşi ve kızı ile biraz açılmış. Sonra onlar kıyıya dönmüşler, kadın bir türlü dönmemiş. Pazar günü ve çok kalabalık olmasına rağmen kadına ulaşılamamış.

Bir hafta sonra bi kilometre kadar uzakta ulaşmışlar kadının boğulmuş bedenine. Epey konuştuk, nasıl kimse fark etmemiş? Yüzme bilen kadın, belki rahatsızlandı filan dedik ama bir türlü aklımız ermedi.

Bugün Nurturia'da gündeme geldi.

Burada, Nurturia'nın bugulogunda çok faydalı bir yazı var.

Hafta sonu bir türlü akıl erdiremediğimiz sorularımıza cevap oldu.

13 Haziran 2011 Pazartesi

Malum yıl sonu...

Kreş gezerken hangisine girsek, bir yıl sonu gösterisi telaşı vardı. Kostümler yerlerde, provalar yapılıyor. Serbest zaman verilmiş çocukların başındaki öğretmenlerin elinde bir dekor, bitirmeye uğraşıyor.

İlk bir kaç tanesine "yıl sonu gösterisi yapıyor musunuz?" diye sorduğumda "tabii tabii" demişlerdi. Zaten bir süre sonra vazgeçip "yıl sonu gösterilerinde nasıl bir tutum sergiliyorsunuz?" diye sormaya başlamıştım.

Bir müdür, "biz zaten çocuklar için yapmıyoruz, veliler istiyor bekliyor diye yapıyoruz" dediğinde kopmuştum. Her ne kadar tavra kızsam da aslında dürüstçe bir yanıttı.

Karar verdiğimiz kreşte nasıl tecrübeler bekliyor bizi bilmiyorum açıkçası.

Ama canım Nil ve yavrum Bevkim'in yaşadığı tecrübeden çok dersler çıkardım. Üstelik Nil, okullarından çok çok memnun, buna rağmen acı bir olayı bizlerle paylaşmış, ben de yıl sonu gösterilerine bir de bu açıdan bakın demek istiyorum.

Kitubi'deki Nil'in yazısı için lütfen buraya tıklayınız.

23 Nisan 2011 Cumartesi

Hafta sonu neşesi, Enjoy:)

İzmirli annelerin mail grubundan düşen yazı, çok güldüm, haftasonu neşesi, tadını çıkarın.

----- Çok bilmişin uyarısı geldi Alıntı şu adrestenmiş, valla şahane, teşekkürler:) ----------

* Aynı anda kendi çantasını, çocuğunun çantasını, çocuğunun oyuncak kutusunu, market torbasını, çocuğunun ayakkabısını ve hatta çocuğunu taşıyan; bir yandan da ev anahtarını bulmaya çalışan kişiye ANNE; bilgisayar çantasını karısına vererek sadece oğlunu kucaklayana da BABA denir.

* 5 dakikada duş alıp 10 dakika içinde hem kendisini hem de çocuğunu hazırlayana ANNE; o 15 dakika boyunca gömleğine uygun kazak aramakla uğraştıktan sonra kapının önünde çantasını toparlayan karısına 'daha hazırlanmadın mı?' diye sorana BABA denir.

* Uykusuzluktan süründüğü halde uyumamakta direnen çocuğuna söylenen kişiye ANNE; 'uykusu yok belli, olsa gider yatar zaten' diyene de BABA denir.

* 1 saatte üç çeşit yemek, üstüne de salata hazırlayıp bir yandan da çocuğunu yedirene ANNE; iki tane amerikan servis koyarak 'sofrayı hazırladım' diyene de BABA denir.

* Gecede beş kere kalktığı halde şikayet etmeye hakkı olmayana ANNE; 'dün gece uykum bölündü oğlanın ağlamalarından' diye şikayet edene de BABA denir.

* Çocuğu hastalandığında sabaha kadar başında bekleyene ANNE; işten evi arayarak karısına 'ilaçlarını verdin mi?' diye sorana BABA denir.

* Pazar sabahı havanın güzel olduğunu görüp çocuklarını parka götürmeyi planlayana ANNE; 'bu havada spor yapmalı, siz parka gidin ben koşacağım' diyerek kendini sokağa atana BABA denir.

Tüm bunları açık açık yazana ANNE; 'hiç de değil, market torbalarını sana taşıtmıyorum' diyerek duruma son noktayı koyana da BABA denir.