Arcanın arkadaşları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Arcanın arkadaşları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ağustos 2011 Perşembe

Bahtsız Bedevi’yi otoyolda…

Türlü türlü aksilikler öpermiş : )

Dün terminli bir işi bitireyim derken çıkar ayak üç kişi telefon etti, hadi bitti derken 15-20 dakika gecikmişim. Otoyola çıkmadan önce bir güzel trafik sıkıştı. 18:00’ı geçirirsen kamyon hazretleri teşrif ediyorlar sahalara. Yarım saat böyle uçtu gitti.

24 Ağustos 2011 Çarşamba

İki buçuk

Bugün tam iki buçuk. İki buçuktan üç desek, yuvarlayıversek, acaba iki yaş sendromlarını da atlar mıyız?

Arca rekordan rekora koşuyor. Dün gece 23:36’da odasından çıktım. Önceki gece 23:00’ü geçmişti. Önceki gecenin günahı öğle uykusunun boynuna! Saat üç ile beş arası uyunan uyku uzun bir akşam eğlencesine ve uykuya dirence dönüştü haliyle.

4 Ağustos 2011 Perşembe

Komik insan manzaraları

İnternetten kitap siparişi verirken aklıma geldi. Bizimkilerin yazlığın orada bir sosyete pazarı kurulmuş. Cidden sosyete lafta değil!

Son günlerin populer kitaplarından birini okuyası geldi İlkerin - ki bu çok nadir olur, ben böyle bir kitap aşkı ile 15 senede 3 defa karşılaşmadım o kadar diyeyim - , gaza geldim, korsan morsan hemen alalım dedim, sosyete pazarındaki kitapçıya daldım. Bandrol filan hikaye. Kitabın üzerindeki fiyat 20 TL, bu kitapçılar yarı fiyatından kapı açıyor, hadi internetten gelişini beklemeyelim dedim, fiyatını sordum. 20 dedi, başladı anlatmaya, yok son günlerin liste başıymış yok çok güzel kitapmış. Tipine bak, sor değil gazete, poşete girmiş yetişkin dergisi bile okumamıştır. Polemiğe girmedim, gerisin geri koydum yerine, İlker'e baktım kaşlarımı kaldırdım, anladı.

Satıcı peşimizi bırakmıyor. "Bu fiyattan aşağısına bulamazsın piyasada hiç arama" diyor.

Kitap D&R'ın web sitesinden sepette, 15 TL bile değil. Hataya düşüp söylüyorum.

"Yok yav mümkün değil, dikkat et korsan olmasın" diyor.

Hey allahım!! Ben durup internetten kitap alışverişinin ne kadar ucuza geldiğini anlatmaya hazırlanmışken İlker tutup kolumdan kurtarıyor beni.

Manzaranın önünü kesiyor, yoksa bizim korsan kitapçıyla diyaloğumuzdan ne biçim malzeme çıkardı!

Bir komik manzara da benden.

Geçen gün çok pis tongaya düştüm. Elfana ile Evren’i Yavrusu’yu görelim istiyoruz, dönecekler bir türlü göremeyeceğiz diye endişeleniyoruz. Neyse ki İzmir’e geldiler vesile oldu. En yakın yer Forum, sözleştik, geç geleceğimi İlker’e haber verdim, biz de gelelim dedi. Aaa süper fikir! Gel gör ki çocuksuz katılacağım diye sabah işe gelirken ayakkabıyı topukludan yana seçme konusunda sakınca görmemiştim.

Hiçbir yerde yazılmayan ama anayasanın değişmez maddesi gibi belleklerimize kazınan “ortamda ben varsam, Arca ile ben ilgilenirim” kanunu devreye girdi. Arca tırmanmaması gereken, koşmaması gereken yerlere tırmanırken arkasından koşan 10 puntoluk topuklu ayakkabıları ile bendenizi gören gözler epey şenlendi kanımca. Forum Midpoint’in önünde bir ara artan kalabalığın sebebini şimdi şimdi anlıyorum. Bahse varım, düşecek mi düşmeyecek mi diye bahse girmiştir seyirci milleti.

Neyse ki kolyemle, kıvırcık sarı saçlarımla Yavrusu beni sevdi ve kendisi gelip öpmeyi teklif etti. İlker buna feci halde içerledi. Zira tanıdık tanımadık tüm kız çocuklarının kendisine hayran olmasına alışkın, bu durum egosunu zedeledi. Bizim Arca oğlanı bıraktı, Yavrusu’ya kendini sevdirme çalışmalarına başladı.

Manzara demişken, bir tane de bizim evden ...

Yavrusu’nun hediyeleri için sabahı bekledik, gördüğünde Arca’nın kalp atışlarının sesini biz bile duyduk. Eşi benzeri görülmemiş bir vuslat manzarası yaşandı evde!

Türkiye’de hiçbir yerde bulamadığımız ve yurtdışından sipariş etmeyi planladığımız küçük cars karakterleri.

“Ramon! Ramon!”
“Noldu Arca?”
“Flo Ramon’u arıyo!”



Flo Ramon’a kavuştu…
Ve Arca Kırmızı’ya ve Sheriff’e…

19 Temmuz 2011 Salı

Sırtta kışlık, elde teşkilat

Hayır dedim bizim başımıza gelmez. O bir kız çocuğu, kız çocukları yapar böyle şeyler. Kendilerini bebek giydirir gibi giydirirler. Yazın kışlık kışın yazlık giyerler, kat kat giyerler... Duru da böyleydi, hala böyle.

İşte Ela'nın fotoğrafını görünce bunları geçirdim aklımdan. Şebek ikoncan.

Her zamanki gibi yanılttı cüce beni.
Don üstü kışlık penye ile Cansu'lara gideceğim diye tutturdu. NEyse ki kollarını kıvırmayı kabul etti.

Son günlerin flaş pozu, el malum teşkilatta! Tüm surata yayılmış gevrek bir gülümseme:)



Evden çıkasıya döktüğü terler ders olmuş olacak, mevsim normallerinde giyinmeye ikna oldu.

Bu arada süper oynuyorlar Cansu ile.
Cansu'nun mutfak seti var, bebekleri var... Bizde olmayan ne kadar çok oyuncağı var. Birlikte yemek pişirip kahve ikram ediyorlar bize. İş bölümü yapıyorlar.

Bir ara balkona bile çıkıp sohbet ettik, onlar Cansu'nun yatağında tavşanlarını konuşturuyorlardı.

Cansu'larda çenesini yardığı gün, Cansu'nun babası Umut (Arca'nın dilinde Unut Amca) kocaman bir arabasını vermişti, ödünç olarak. Pek hoyrat sevdi Arca arabayı. Birkaç parçası eksildi bizim evde.

Şimdiden Arca'ya ezberletmeye çalışıyoruz : "Unut amca sen bu arabayı unut!"

Az laf Çok fotoğraf

Bu çocuklar nereye bakıyor?



Tabii ki PASTAYA!!


Çikolata kıtlığından çıkmış Arca pastanın sadece çikolatasını tırtıkladı, itinayla ayırdı. Ela dilimin tamamına daldı.


Pastadan sonra "iyi ki doğdun Tuna" şarkısı... Arca söyler , Ela oynar, lay lay lay...



Pasta biter eğlence bitmez!
Hülya süper bir sürpriz hazırlamış miniklere... Baloncuklar!
Bayıldılar!



Sihirli üç yaş hoşgeldin:)
Hep gül! Hep böyle neşeli ol, güzel gülüşlü Tunişim:)


Partiden eve dönerken Arca:
"Anne, baba sizi çok seviyom"
"Anne baba çok eğlendik di mi!"
"Baba bana sakız veliii misin" (Parti konseptine uymuyor ama araba ile sakız ve baba bağdaştığı için değişmez talep!)

22 Haziran 2011 Çarşamba

Arca der ki: “Çok eğlendik di mi! Çok eğlendik!”

Öyle vallaha çok eğlendik. Yazlığa gitmemiz gerektiği için erkenden kaçmak zorunda olmamıza rağmen Alpi’nin doğum günü partisi süperdi.

Hatta sonrasında Duru ile yazlıkta oynamaktan helak oldu.

Unutmadan rakamlarla:

0: Arca’nın çiş kaçırma adedi. Etrafta çokça bezi atma aşamasında çocuk ve günün devamında hava atmaya çalıştığı Duru olunca, 0 kaza ile günü tamamladık. Söylüyor mu? Hayır hala biz hatırlatıyoruz ama artık gündüzleri bez yok!

1: Tam takım ve 1 fazlası partideydi, Nurturia’nın Ortadoğu şubesi Zelal ve Loran da bizimleydi. Yeay!!

2: Arca’nın yediği kurabiye sayısı, Alpi’nin çikolatalı kurabiyelerini çok beğendi.


3: Arca’nın scooter denemesi sayısı. İlkinde itti, İlker’in “üstüne bineceksin”
uyarısı ile tepesine çıktı. Üçüncü defasında doğruyu buldu ama sıkıldı bıraktı.


5: Alperen’in doldurduğu yaş! Kocaman bir delikanlı artık!

10: Ela’nın topu oyun olsun diye rampadan yuvarlayıp İlker’i peşinden koşturduğu rutinin yaklaşık sayısı

20: Ela’nın yanlışlıkla düşüp bunun Arca ile birlikte yerlerde yuvarlanma oyunu haline dönüştürülmesinin yaklaşık sayısı!

14: O muhteşem günden çekebildiğim fotoğraf karesi sayısı ve doğum günü çocuğunun tek karesi yok:( (shutter cimrisi Yeliz :P)
Neyse onu da anasının bloğundan okuyun gari:)

8: Duru ile Arca’ın zavallı tavşana yedirdikleri marul yaprağı sayısı

20+ : Arca’nın yazlığın etrafını tavaf etme tekrarı

4: Gül dikenlerinin Arca’nın kolunda açtığı çizik sayısı
.
.
.
Çok eğlendik ama çooookkkk!!

29 Mayıs 2011 Pazar

Tünelin sonunda ışık var, artık biliyorum

Bazen ümitsizliğe kapılıyorum. Mizaç olarak hep uyumlu dediğim Arca "terrible two" denen naneyi dibine kadar yaşıyor, yaşatıyor. Bu günler hiç bitmeyecek gibi geliyor kimi zaman. Hele ki karnı aç, uykusuz, rutinden şaşmış ise, en küçük bir olumsuzluk direkt arızaya bağlanıyor.



Alıştım artık, yadırgamıyorum. Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen ümitsiz anlar dışında...



Her çocuğun kendine has arızaları oluyor. Mesela Hayat Ela'nın hiperaktivite oranının artmasını arıza olarak tanımladı dün.

Ela'nın arızasına can kurban...



Arca, rutinden şaştığı andan itibaren çığlık ve ağlama krizine bağlıyor. Yorgunluk tabir-i caizse başına vuruyor. Dedim ya alıştım artık, genelde sakince durup ağlamasının geçmesini ve bana sarılmasını bekliyorum. Bir süre sonra sakinleşiyor.



Dün, günlerdir süren yağmurların ardından doğan bir güneş gibi aydınlandı içim. Tuna cücesi yüreğime su serpti. Üç yaşını bitirmesine kısa bir süre olan Tuna, dün tam bir şeker oğlandı. Çokça birbirimize gülücükler attık, birbirimizi pek bi sevdik.

Gelişim sürecinde Arca'nın 6 ay arkada takip ettiği Tuna'nın sıfır arıza, yüzde yüz sevimlilik ve tatlılığına tanık olunca içim ferahladı. Bugün küçük bir "çatalım yere düştü, yenisini verme, pis çatalı ver" konulu krizimiz sırasında ümitsizliğe düşen İlker'i de böyle teselli ettim : "Tuna şahaneydi, gör bak altı ay kaldı, sonra herşey harika olacak!"



Harika olacak biliyorum : )

1 Mayıs 2011 Pazar

Gün bitmeden...

dedim ama bitmiş bile:) Evet doğum günüm, dudaklarınızı büzüp 33 diyorsunuz hop benim yeni yaşım!

Gün boyu kutlama telefonları, uzaklardakileri yakın eden sesler... İyi geldi.

Sabahki kahvaltı kutlaması, taze papatya kokusu, Arca ile horozları kovalamaca derken bastıran yağmur eve kaçırdı bizi. İlker'in "akşam yemeğe gidelim, kutlama yapalım"ları gözümde büyüdü. Benden geçmiş kısacası.

Dün yaşadığımız muhteşem günden sonra büsbütün miskinlik çöktü.

Arca'nın ameliyattan yırtmasını kutladık can dostlarla...

Öncesinde sabah kahvesinde ablamlar vardı. Duru ile Arca klasik kudurmacalarını yaptılar. Allahtan onlar gitmeden Ela ve Hayat geldi de Arca her zamanki gibi Duru'nun arkasından ağlamadı.

Ela ile tatlı tatlı oynadılar. Derken Elif ile kırmızı yanak Ege geldi.

En sonunda Elfanam ile Alpi ve Nil ile Berk! Tek eksiğimiz Antalya yolcusu Hülya ve çok özel birkaç dost...

Evde düşündüğümüzden daha keyifli vakit geçirdik. Çocuklar da mutluydu.

Aklımda kalanlar...

Ege muhteşem bukleleri ile elinde mikrofon şarkı söylüyor. "Daha dün annemizin..." şarkısını baştan sona söyleyebiliyor, inanılmaz!


Berk ile Ela arka planda ... konsantrasyon tavan yapmış, dünyadan kopmuşlar... Ege de meşhur çöp kamyonu ile bildiğimiz gibi :)


Yaramaz toplar hepsinin favorisiydi ama en çok da Berk'in:)


Arca ile Ela... Ayrı ayrı takılmaca:)

21 Nisan 2011 Perşembe

İnsanlar konuşa konuşa ...

Arca’nın kelimelere dökülmesinden dolayı mutluyum. Yeni bir çağ başladı bizim evde. Çok işime yarıyor, derdi mi var? Anlatıyor. aklından zilyon tane düşünce geçirirken kendini ifade edememek çok sancılı olsa gerek. Ancak iki yaş civarındaki çocuklar anlayabilir, bizler için zor.

En azından acıktı mı, bir yeri acıdı mı… anlatıyor.

Konuşması çok eğlenceli, işin o kısmı da var. Sık sık dumur diyaloglar dönüyor evde.

Sonra işin duygusal boyutu var. Boynuna sarılıp “anneyi seviyom” demesi. Erimiş dondurma kıvamına getirip sonra da yalıyor beni yer cücesi. İlker’den sonra beni sevdiğini söyleyerek bu kadar mutlu edecek bir canlı olabileceğini hiç düşünmemiştim. Aşk boyut değiştiriyor!

Oyuncaklarıyla konuşurken dünyayı unutuyor, biraz kulak kesilirseniz, hemen ipuçlarını yakalayıveriyorsunuz. Çocuktan al haberi: )

Tabii kafa şişirdiği de oluyor. Bazen hiç susmuyor.

Çokça seviniyoruz da,
Bi kere vicdan telini titretmeyi çözmüş dana! Artık evden çıkmak eskisi kadar kolay değil, her gün ayrı bir travma.
“İşe gitme!”
“İşe gitmek zorunda, para kazanacak…”
“İş gitme para kazanma oyuncak alma, evde kal”
Eskiden de mızırdanırdı ama şimdi bir de konuşuyor, bir de o kaşlarını sağdan soldan yay çizdirip alttan alttan bakmıyor mu! Küçük Emrah işte!

Biz okkalı küfretmeyi severiz karı koca. Meğer bizim cüce sünger gibi emermiş küfürleri. En son trafikte gayri ihtiyari sarf ettiğimiz leziz küfür o…. Çocuğunu duyunca telaffuz etmekte sakınca görmedi cüce. Hem de defalarca. Üstünde durmayarak gereğinden fazla önemsemesini engellemeye çalıştık ama o gün milattı, artık küfürsüz konuşuyoruz. Ama çok önceden emilenleri ne yapacağız?

Biz bu sünger derdine çare arayaduralım, Arca ile Cansu piyano resitalinden birkaç kare düşsün günümüze...



23 Mart 2011 Çarşamba

Blogger'ların ettiği!

Bloğumu okuyan biriyle ilk tanıştığımda aklımdan geçmişti, hiç tanımadığım birilerine dokunmamı sağlayan bir hobim var demiştim. Ne güzel! Kaç kişiye nasip olur ki?

Bu hastane tecrübesi ile birlikte insanların da bize dokunabildiğini gördüm. Onlarca mesaj, Arca’yla hiç tanışmamış ama çok iyi tanıyan dostlar ve hiç görmediğin halde özlemini duyduğun insanlar…

Garip!

Yani bana çok doğal geliyor da bilmeyene anlatmak, yaşamayanın anlamasını beklemek zor.

Ve sürprizler öyle mutluluk verici ki… Ve inanılmaz…

Bu yaşadığımız duyguları anlamakta zorluk çeken, internet vasıtası ile dostlukların kurulmasına soru işaretleri ile yaklaşan İlker soruyor: “A bu kimden?” “AA o kim?” bazılarını tanıyor, haa öbür Ela diyor mesela, Doruk Arca’dan birazcık küçüktü di mi? diyor.

Bazılarını çıkaramıyor, anlatıyorum uzun uzun…

Can’ın annesi… Sadece anne… Bakmayın siz ona o sadece anne filan değil: ) Ailecek öyle gömüldük ki meyvalara, yerken poz yakalayamadım: ) Ama üzümü özlemiş düdük, öncesi sonrası pozlarını koydum. Hatta bitince tutturdu isterim diye, kuru üzümle gözünü boyadık:) İlker boğazına düşkün bir boğa burcu olarak fikre bayıldı, ben çileklere gömülürken anlattım, sadece anneyi… uzun uzun maillerimle az kafasını şişirmemiştim, bak böyle böyle demişti diye…

Öncesi:


Sonrası:


Ruhdağı… Ege’nin zarif annesi…
O küçük tayı hiç gözüne sokmadım Arca’nın öyle koydum sehpanın üzerine. Arca tekerlekli nesneler kadar yumuşak oyuncaklara da bayılır, sarılmayı dokunmayı çok sever. Gide gele karşıdan süze süze sonunda aldı koynuna…Bense hayatımda ilk defa kişisel bir objeyi ofisteki masama koydum, baktıkça hatırlıyorum, ne tatlı ne özel bir kadınsın sen!



Kirazım ve Doruk cücesi!
Gebeş günlerden tanıdığım özel insan. Dorukla Arca ne kadar çok benziyorlar birbirlerine. İçimde öyle bir his var, tanışsalar çok iyi anlaşacaklar. Ne zaman bir şeyler yazsa heyecanla okurum, Doruktan haber almak çok keyifli: ) Hediyeyi görünce dedim ki “ulen bizim böyle bir şeyimiz yoktu, ne güzel bişey bu yaa!” Bir matematik öğretmeni olarak babane hastası olacak bu oyunun:)
Asıl komiği uzun uzun çokça mailleştik yüzlerce yorum yazdık birbirimizin yazılarına hatta mesajlaştık. Ve ben her gün konuştuğum bir insan gibi kakara kikiri konuştum İlkay’la. Halbuki ilk defa telefonda birbirimizin sesini duyuyorduk. Kapatınca jeton düştü. Hehe kirazım sen beni idare et, lakayt bir anıma denk geldin: )



Dün bir paket daha gelmiş kargodan. Acayip eğlenceli bir oyun. Bu arada fark ettim ki, oyun-oyuncak konusunda son derece yaratıcılıktan uzak bir anne profili çiziyorum, ufkum açıldı şerefsizim! Ümit abla sevk irsaliyesini almış paketten başka bir şey yoktu dedi. Hmm iyi ama not filan vardır dedim, sokak kedileri gibi çöpü karıştırdım, soğan kokuları arasında sadece kargo gönderi kağıdına ulaşabildim. Sabahı zor ettim, İlkerle Arcayı bu oyunu oynarken evde bıraktım, ofise gelir gelmez firmayı aradım. Evet isim verdiler : D.A.S.Ç. Nam-ı diğer Özgüranne, kısaca özgürüm : )



Birbirimize uzun uzun yorumlar yazarken, fikir paylaşırken, güç verirken daha doğurmamıştık küçümenleri, şimdi iki yaşını geçtiler. Çokça destek olan, çok şey öğrendiğim, yazı yazsa da okusam dediğim, bazen beni kızdıran (itiraf.com), çokça hayran bırakan, sanal kraliçem. Her şeyiyle zihnimi meşgul eden kadın!

Teşekkür etmek boş geliyor, sadece cansınız, bilin istedim, unutmayayım, Arca bugünleri okurken bu güzellikleri de hatırlasın istedim.

SON SÖZ:

Ya bu arada blogger kapalı , değil mi hala? Ben işyerinden bağlanabiliyorum, Almanya server’ı sayesinde herhalde. Ama biz hastanedeyken epey yaygara kopmuş, wordpress’e geçişler olmuş. Hani orası bana feci halde ters ama bloğu yedeklemek fikri çok cazip geldi. Nitekim adresimi taşımaya karar verdim ben de. Tam İlker’e diyordum ki wordpress’te kim alır günün çorbası ismini, garanti boştur ! Bam! Bir hain konmuş ismime: )

Düşün düşün! Sonunda isim bulduk: HAKİKİ GÜNÜN ÇORBASI puhahah!

Vallahi ciddiyim, tıklayınca çıkıyor. Sayfa düzeniyle uğraşmadım henüz.

Seriye "ÖZ HAKİKİ GÜNÜN ÇORBASI", "BAŞKA ŞUBEMİZ YOKTUR GÜNÜN ÇORBASI"… şeklinde devam etmek niyetindeyiz. Lakin bizim hukuk sistemimizin sağı solu belli olmaz, bugün blogger yarın wordpress, baktın olmadı internetin alayına yasak gelir yakında!

Veee.... Son bir ilave! Dün şahane bir sürpriz karşıladı beni! Hemen şipşak tabii ki. Tekirim ve tatlı Ada'sı süper bir t-shirt göndermiş. Harikasınız ne diyeyim:)

22 Mart 2011 Salı

Pazar pazar... kader bize ne yazar?

Bir Arca'yı uyutma klasiği: Yeliz de yanında uyuyakalır.

Eş zamanlı olarak İlker de içerdeki koltukta uyuyakalmışsa beni uyandıramaz, sabaha karşı hortlarım.

Cumartesi gecesi de bu sahne yinelendi.

Dikiz Yeliz olarak Nurturia'yı açtım, kimseler yok haliyle ama güncellemeler kalmış. Elfanamla Elif ve hatta Hayat ile Nil kahvaltı planı yapıyorlar. A-haaa!! Sabah iki yıldır ilk defa dokuzda uyandık. İlker Bornova'da bir nikaha gidecek, günün göbeği bir saatte. Öğleden sonra hava bozacak belli. Kahvaltı planı yapmıştık önceden, ama bizim genel olarak kahvaltıya gittiğimiz taraflar Bornova'ya ters, lokasyon sakat.

Çiçekliköy gözlerimin içini parlattı, hem dostlar hem yeni bir yer keşfedeceğiz, hem de günümüz yollarda geçmeyecek!

Çiçekliköy'e gidelim mi kızlara takılalım mı? Hayhay!

Hepsine mesaj attım. Kim uyanıksa dönün bana diye. Nil'le konuştuk. Ufaklıkların salya sümüğünün olduğunu söyledi beni aramaya çekinmişler. Tereddütten sonra yemişim sümüğünü dedik(ıy gerçekten iğrencim), sürpriz yaptık!

Canımıza can kattı. Çok ama çok iyi geldi. Bi de Hülya gelebilseydi altı yapraklı İzmir yoncası tamamlanacaktı:)

Ege'nin tüm sevimliliği üzerindeydi. Bi de adam olmuş ya, çok büyümüş! İlker bu tayfayla ilk defa tanışıyor, Ege'ye hasta oldu.

Ela yine çok ama çok tarz bir hatundu. Ulen 2 yaşında velet benden güzel giyiniyor. Allah kime kız çocuk vereceğini biliyor, bende olsa maymuna çevirirdim.

Alperen, çok ama çok sevgi dolu bir çocuksun sen! Telefon sohbetini hiç unutmayacağım.

Günün en güzel anlarından biri...

Arca ile kankası Berk... yine bir topun peşinde... aynı ilk tanıştıkları gün gibi... Onların bile tanışmasının üzerinden neredeyse bir yıl geçmiş.

24 Ocak 2011 Pazartesi

İyi ki doğdun Ela



Ela ... beş böcüğün arasında bir papatya! Yıllar sonra suşi.. Ege'nin bukleleri... Berk'in afacan bakışları... Alperen'in 4 yaş bilgeliği (Fucking four mu demeli?)... Tuna'nın yakıtı alınca coşması (Aç ayı misali:) )... Arca'nın patır patır merdiven çıkma ve götün götün inme aktivitesi ... Fıstık Elif'in endamı, Elfanam'ın tespitleri ;P ... Nil'in güzelliği ...

Hayat & Gültekin ... çok teşekkürler

17 Ocak 2011 Pazartesi

Kabullendik, sırada... Arca'yı topluma kazandırma procesi


“Yavaştan canlanan çocuk”, “kitap bebek”, “nazlı çocuk”…

Her kitapta ayrı bir etiket. Bunlar tabii ki hap şeklinde hazırlanmış ve kolay yutulsun kolay sindirilsin formülleri. Yermiyorum, eleştirmiyorum, çok faydalandım, faydalanıyorum.

Arca için yeni etiketler ekleyebilirim, çeşitlendirebilirim… “hemen kaynaşamayan, temkinli, yavaş yavaş ortama ısınan, iyice ölçüp biçen, tanımadığı ortamlara kolay alışamayan…”

Artık çok üstünde durmuyorum, kriz anlarında soran gözlerle bakanlara – sanki mecburmuşum gibi- davranış psikolojisi, karakter haritası veya “günlük rutinden şaştı” konulu brifing vermeyi bırakalı çok oldu.

Ben kısaca “Arca işte” diyorum. Nev-i şahsına münhasır bir çocuğum var.

Alkolizm derneği toplantısındaki gibi, “Ben Yeliz, benim bir çocuğum var, adı Arca!”
Ve salondan alkış kopar, yüzüme bunu kabullenmenin ve dile getirmenin verdiği huzurla bir tebessüm yerleşir, bir oh çekerim.

Bu aslında zorlu bir yolun ilk adımıdır. “Olsun adım atmak başarmanın yarısı” dediğinizi duyar gibiyim, lakin o iş öyle kolay değil.

GERÇEKTEN kabullenmek, olduğu gibi kabul etmek. Çok çetin bir yol. Zira bu yolun üzerinde çok tehlikeli tuzaklar var.

Kendi bakış açınla olaylara bakmak mesela, çok sakıncalı. Çünkü o ben değil, ne şimdiki ne küçüklüğümdeki, o bambaşka bir insan.

Sonra başka bir tuzak da başka çocuklarla karşılaştırmak, bu iyi ya da kötü hemen her anababanın en azından acemi dönemlerinde düştüğü bir tuzak.

Bu tuzaklar olabildiğince bertaraf edebilirse, sıra daha zorlu ve dikkat edilmesi gereken kısma geliyor.

- Benim elimde sadece bir tane denek olduğu için genelleme yapmadan “Arca deneği” üzerinden konuşacağım. -

Çocuğu topluma kazandırmak!

Bu ciddi emek isteyen bir proje ve hassas bir süreç, el emeği istiyor, ciddiyet istiyor, üzerinde düşünmek istiyor.

Elimizdeki malzeme belli. Uyguladığımız işleme göre bu malzemeden arkadaşlarıyla paylaşan, onlarla oynamaktan zevk alan, daha az mızmızlanan, daha sosyal bir çocuk da çıkabilir, daha içine kapanık, daha anne delisi, daha mızmız, ağlak bir bebe de çıkabilir.

Süreç uzun, her hikayemiz “iyi malzeme iyi yemek” ile sonuçlanmıyor. Bazen yemeğin altını yakabiliyoruz. Ama bazen de öyle lezzetli oluyor ki iki tabak yiyesimiz geliyor.

Uzman görüşlerine değer vermek sürecin bir parçası, cumartesileri gittiğimiz oyun grubunun psikologunun geçen haftaki krizin akabinde sunduğu “kenarda durmayın, Arca oynarken sizi gördüğünde konsantrasyonu bozuluyor, sizinle vakit geçirmek istiyor, gidin gezin kahve için” tezini uygulama kararı aldım.

Hafta içi işledim Arca’yı. Fitne fücur soktum o minik beynine.

"Hafta sonu oyun grubuna gidilecek, Ela da gelecek, anne içeri girmeyecek, dışarıda işi var, Arca Ela ve ablalarla oynayacak."

Hatta bu özet sohbet bir hikayeye dönüştü ve uyku önceleri defalarca anlatıldı.

Arca’nın içinden; “öf amma kastın anne bea, gel işte birlikte tepişelim, kaydıraktan kayalım, sen daha güzel eğliyorsun beni, bu çıtır ablalardan daha canlısın” dediğini duyar gibi olup duymazdan geliyorum.

Paylaşmayı öğrenmeli! Farklı ortamlarda bensiz de takılabilmeli. Başarabiliriz!! Arca ben olmadan ve ağlamadan başka ablalarla ve çocuklarla farklı bir ortamda oynayabilmeli!! Hani bunu yapabilirsek ve arızasız günü geçirirsek Afrika’daki aç çocuklar doyacak sanki! Allahım buradan bakınca ne kadar anlamsız geliyor. Sanki Arca’nın topluma kazandırılmasının tek kriteri oyun grubunda annesiz oynayabilmesi. Artık nasıl kafayı sıyırdıysam?

Şimdi gülüyorum ama samimiyetle Arca’nın o gün bensiz, Ela ve ablalarla oynamasını gerçekten istediğimi söyleyebilirim, bunu bir başarı, bir adım öteye gitme, artık ne dersen de, olması gerektiğine öyle inandırmıştım ki kendimi, sanki bu başarının ardından ikimize ana oğul madalyası takılacak.

Tabii Arca’nın evden çıkmadan hemen önce kayan çorapları ile koşarken slalom yaparak kafayı yatağın köşesine çarpması ve yaklaşık bir saat o kafanın şişini indirmeye çalışmamız hesapta yoktu. Hatta gitmeyelim istersen dedim, öyle işlemişim ki, illa ki gidecek.

Diğer hesaba katmadığımız konu o gün Ela’nın karnının aç olmasından dolayı hafif arıza kodu vermesiydi. Neyse yarım saat kırkbeş dakika beni umursamadan güzelce oynadı. Çok da üstelemedim, kucak istediği ilk anda çıkardım alandan.

Ela’larla birlikte Kipa’nın içinde gezmek daha eğlenceliydi. Kitaplar aldık, ikisi market arabalarında birbirlerine öpücükler gönderdiler. Nasıl tatlılardı, Arca Elayı seviyorrrr!!!

O yorgunluğun üzerine Arca gündüz sadece yarım saat uyudu. Akşama doğru arıza sesleri çıkarıyorken Nazlı aradı, çaya geleceğiz diye, önce hayhay sonra amanın Arca çok az uyudu, arıza yapabilir uyarısı. Aman Cansu hiç uyumadı, boş ver dedi. Allah biliyor ya akşam Cansu ile saç saça kavgaya girişeceklerinden adım gibi emindim.

Cansu gelecek deyince Arca bir sevgi kelebeğine dönüşüverdi. 4 bebek tabağı makarna bile ağırlık yapmadı düdüğe. (Bu arada makarnanın içinde de çikolatadaki gibi mutluluk hormonu salgılamamızı sağlayan bir madde mi var?)

Cansu ile süper oynadılar, Tow mater ve mcqueenin nasıl çalıştığını gösterdi. Aletleriyle tamir yaptılar, hatta üstüne binilen arabasını verdi, sırayla bineceksiniz uyarısını dikkate aldı, kaplumbağaları çok seven Cansu’ya peluş kaplumbağasını verdi, hatta üçümüz birlikte Arca’nın yatağına girip Kırmızı Elma kitabını okuduk.

Bir peri masalı bile bu kadar güzel olamazdı.

Şimdi bakıyorum da, varsın oyun grubunda kendini ispatlamasın, (daha doğrusu ben ispatlamayayım: ) ) Arkadaşlarıyla oynuyor mu, oynuyor! Kendi kendine oyun oynuyor mu? Oynuyor! Arkadaşlarını seviyor mu? Seviyor! Paylaşıyor mu? Hmm evet, daha yolumuz var ama evet diyelim yazının ruhunu bozmayalım: )

“Eh tamam işte! O kadar kasmaya da gerek yokmuş” demek isterdim ama arızanın önde gideniyim, iflah olmuyorum, Arca’yı hafta sonu aktiviteleri için şimdiden işlemeye başlıyorum.

Bu haftanın konusu : Ela’nın doğum günü partisi (Ela’nın doğum günü partisine gideceğiz, arabada başka arkadaşlarımız da olacak, uzun bir yol, istersen uyuyabilirsin, Ela’nın pastasını üfleyeceğiz, alkış yapıp oynayacaksınız, Tuna, Berk, Ege, Demir, Alpi… )

16 Aralık 2010 Perşembe

Görmemişin Yılbaşı Çekilişi

Onları ilk defa 23 Nisan buluşmasında tanıdım. Güzel gözlü güzel yüzlü bir kadın ve afacan bir oğlan. Arca daha ilk adımlarını atıyordu ama Berk’in topuna musallat olmuştu. Tabii biz birbirimizi ilk defa gören iki anne, aman bebelerimiz birbirine zarar vermesin aman öbür bebenin annesine ayıp olmasın falan diye pek kibar gülümseyerek anlaşmıştık aramızda. O gün Elvan bizimle olduğu için çok kalamamıştık.

Nurturia sayesinde dostluğumuz gelişti. Hemen her görüşmemizde aralarında çok güzel bir elektrik doğdu Arca ile Berk’in, hep birlikte (paralel) oynadılar. Bildiğin kanka işte! Tuna’dan sonra en en en bi samimi arkadaşı oldu Berk!

Arca ve Berk dostluğundan birkaç kare ...




Gelelim yılbaşı çekilişine… Nurturia güncellemelerini çok iyi takip edemiyorum, Allahtan çekilişi Özge organize etmiş de son anda farkına vardım, katıldım. Bize çok tatlı bir minik kitap kurdu çıkmıştı da hiç tanımıyorduk. Hediyemizi gönderdik, arkadaşlık teklif ettik, kargo takibi yaptık, ses yok. Ay noldu acaba derken mail ve mesajla yerine ulaştığını öğrendik, sevindik.

Bu arada Özgeyi sıkıştırıyorum, Arca kime çıktı diye. Ser verip sır vermiyor.

Artık Özge’nin organize ettiği çekilişlere katılmayacağım, daha ağzı gevşek bir arkadaşın organizatör olmasını istiyorum!

Bir taraftan gelen arkadaşlık tekliflerini kabul edip duruyorum, lakin tanımadığımız birilerinin hediye göndereceğinden nerdeyse eminim. Hatta o kadar eminim ki gün içinde Ümit abla ile görüştük, paket geldi, açalım mı dedi, dedim yok beklesin akşam fotoğraf çekeceğiz, tam gönderici adını okuyacaktı, boşver dedim nasıl olsa tanımadığımız birileridir.



Derken Nurturia’daki güncellemeleri okuyasım geldi, pek adetim değildir. Nil uzun uzun yazmış, yok teslim alanın adını biliyorum, yerine ulaşmış, yok insan bir evi arar, yok niye ev adresi veriyorsun, işini versene… Yok dedim, ama jeton düştü. Ümit ablayı aradım, gönderen NİL!!!


Nasıl bir heyecan, döndüm bütün güncellemeleri tek tek okudum.

İşte Nil'in güncellemelerinden çekiliş heyecanı:

1 hafta önce, çekiliş sonucu açıklandığında:

Yihuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuu:))))))))) ballıyım ballı ballıyım ballııı :)))) lay lay lommmmmmm:)))))ay çok sevindim. hepinizi ayrı ayrı seviyorum ama yok daha fazla ip ucu vermeyeyim ohh yandan yandan zor tutuyorum kendimi ne zaman yollayacağız hediyeleri zamanı var mı?

ben heyecanlıyım.gerçekten.Berk kime çıktı bilmiyorum.Ben hangi yavruma alacağım onu biliyorum.Hepimiz ben dahil ben kime çıktım yapıyoruz:)

Annelere değil,kuzulara odaklanın valla bak mutlu olacaksınız.Buradaki tanıdığım her annem bir çocuğu illa ki mutlu eder.Bizler de hediyeyi yavrularımıza iletirken tezahurat yaparsak ohh keyfe bak.ay hadi yaaa yarın gönderek.tamam tamam 15 inde:)))

6 gün önce

Akşam hediyesini alacağımız yavruma,hediyesini Berk'e seçtirdim.kendini abi,arkadaşını kaadess ilan etti.goncamın aldığı makinayla hemen
fidyoladım:)))aynen tekrarladı mutlu oldum:))




13 Aralık pazartesi

Çekilişte bize çıkan kuzuma hediyesini aldık.Çok eğlendik.
Berk yaptı seçimleri,ben sadece doğru yere yönlendirdim:)))ilk hediyesini seçti,kime aldığını bilerek.Kaptığı gibi hediyeyi,kasaya koştu.ben de peşinden.Kasadaki adama
"Abiii,adım.Derk adıı." dedi kasaya koydu.(Abi ben aldım)
"Annee,Derk .... adııı.Derk?(anne aldık arkadaşıma:) (adını söylüyor) ikinci Derk deyişi banada alalım.
Gurur duydum oğlumla.Çekiliş gününden beri akşam hediye alacağımız kuzumun adı dilimizde.Olayı eğlenceye dönüştürdük.Hadi hediye alacağız,kadeş sevinecek Paketi açacak ne diyecek?
-Derk adııı.Tekeddüm (Berk almış,teşekkür)
Bugün de alışverişi yapınca hiç huysuzlanmadı,gayet eline alıp alıp bu ,bu diye sordu bana.Berk'e sadece bir hediye alıp çıktık,hakkının bir tane olduğunu çok tekrarladım.Resmen eledi eledi bir tane beğendi.Bugün sanki büyük bir adamla alışveriş yaptım.Gurur duydum.
uleyn Özgeee:)))benim gibi içinde tutamayan birine yapılır mı bu:)))Güncelleme de yapmadan duramıyorum:))


2 gün önce:

Özür dilerim yazmak zorundayım,oğlum hediye aldığı kuzumdan tel bekliyor,dün akşam tutturdu,..... araaaaa diye:)))))) yarın paket elinizde : akşama Berk'i ararmısınız? çünkü ben bilmeden sana teşekkür edecek,çok sevinecek diye kafasını şişirdim.Puhaaaaa yarın anlayacaksın sevgili arkadaşım bu yazdıklarımı.Berk'i takiptesin biliyorum bu sebeple telefon manyağı olduğunu zaten biliyorsun.

Dün:

Kargom saat 12.00 de teslim olmuş,ah annem ah,niye ev adresini veriyorsun, akşama evde süpriz var.allahtan alıcıyı da ismen tanıyorum:))))
off yaa,sabırsızlanıyorummmmmm.


saat 14.49 hala almadınız mı yaa:((

Hala bu kadar güncellemeyi okuyup da nasıl kafamın basmadığına şaşırıyorum.

Hemen İlker’i aradım, “ooo Arca’nın kankası Berk, super!!” dedi. Hemen plan yapıldı, İlker video çekecek ben diğer makinayla fotoğraflarını çekeceğim. Deli Nil, deli bağlar gibi paketlemiş, elim ayağım titredi, bıraktım İlker açtı. Koyduk Arca’yı önüne, önceden de bunları sana Berk göndermiş dedik. Nasıl sevindi. Ne büyük şans, tanıdığı sevdiği bir arkadaşından hediye almak!

Heyecanla açtı, önce arabaya hasta oldu. O dandik ittaiye arabası dediğimiz oyuncağın yanında bu Cars arabalarından koymuşlar, en çok bu çekiciyi sevmiş ancak Arca’nın haşin sevgisine zavallının ömrü yetmemiş çöpü boylamıştı. Şimşek makkiin de bizim nam-ı diğer bip bip arabamız olduğundan pek sever, makkiinin arkadaşı der. Nitekim kudurdu. Miki Fare!! Hem kitap hem miki fare delisi, Berk’in harika seçimi, hemen açıp baktı resimlerine. Yine Cars’ın aletli kitabı! Of nasıl sevdi nasıl bayıldı!

Yazık ki Arca teşekkür etmeyi bilmiyor, sadece kafayı öne ıh diye eğiyor, bir bakıma selam veriyor. Tabii Berk canım benim telefonda bunu duyamadı, sadece “Berk, kitap” dediğini duydu. Berk Arca yerine de teşekkür etti, nasıl güzel bir duygu, adam oldu arkadaşından hediye alıyor, arkadaşı ile telefonda konuşuyor. En komiği yemek yiyeceğiz deyince bütün hediyelerini mama sandalyesine taşıdı, 2 tane etli enginarı götürdü hediyelerin aşkına. Gece boyunca oynadık, arabasını yatağa aldı. Sabah da en az 4 defa daha Miki Fare’nin kitabını okuttu.

Hele o mektup, defalarca okuduk, Arca’nın özel kutusunda saklıyoruz.

Nil, Berk, Murat ne harika insanlarsınız, size çok seviyoruz : )


Y: Arca, Şimşek Mcqueen ne renk annecim?
A: KI-MI-NIIIII

:P

6 Aralık 2010 Pazartesi

Oyun teyzesi Yeliz

Geçen haftaki korkunç Topolino macerasından neşeyle çıkan dengesiz Arca, bütün hafta “oyun – park!” başımın etini yedi. Gözümü karartıp götürmeye söz vermiştim ki, Kipa Play Barn’dan oyun grubu önerisi kapımıza geldi. Meltem ilgilendi, grup oluşturmaya çalıştı, Hayat da talip oldu derken sözleştik. Tek içime sinmeyen anneler gruba dahil olmayacak, oyun ablaları ilgilenecek. Zaten olması gereken de o, ama Arca’nın ortamlara yavaş ısınması karakter özelliklerinin başında geliyor ki bunu artık sağır sultan duydu. Deneyelim dedim. Sonuçta Arca’nın hem fiziksel aktiviteye hem de sosyal ortamlara daha fazla girmeye ihtiyacı var.

Perşembe ateşlendi, Cuma devam etti. Gecesine ateşi çıkmasa cumartesi götürecektim ama doktor da cumartesiyi sakin ve dinlenerek geçirin deyince, tek outdoor aktivitemiz balkonda piknik oldu. Cumartesiyi iyi geçirince Pazar gitmeye karar verdik. Emre’nin yeğeni Yasemin Arca’dan 3 ay büyük, tam bir dilli düdük, İlknurlardaydı, onlar da gelmeye karar verdiler. Birbirlerini tanır severler, arabada yan yana seyahat ettiler, pek güldürdüler.



Arca, cümle kuramaz, tamlama eklerini henüz çıkaramaz, Yasemin onu düzeltir:

İlknur: Arca nereye gidiyoruz halacım?
Arca : OYUN – PARK!
Yasemin : Arca nereye gidiyoruz? Oyun PARKINA gidiyoruz!

Yasemin kelimeleri çok düzgün telaffuz edemez, çok bilmiş Arca onu düzeltir:
Yasemin : (Arca’nın mikifaresini ister) aa Miki MARE!
Arca : MİKİ FARE!

Buraya kadar güzel…

Play Barn küçük bir yer. Olsun, zaten sadece 7 çocuk kabul ediyorlar, ablalar var. Dedim ki bizim ilk, ben aylık ücret ödemeden önce denemek istiyorum. Tamam dediler.
Anneleri oyun alanına almıyorlar, tamam sorun yok, zaten ben de Arca’nın peşinden dolanmaya meraklı değilim de Arca’yı bilmediğin ortama bırakınca hönk! Oluyor. Gelmeden önce oyun ablalarından bahsetmiş olmama rağmen Yasemin ve Ela gibi tanıdığı arkadaşları olmasına rağmen Arca arıza çıkardı. Ağladı.

--------------------------------------------------------
Hata 1: Arca’yı tanıyorum, öncelikle rica edip ben girmeliydim, oyuncakları ablaları arkadaşları vs tanıştırıp kaynaşması için destek olmalıydım, geçen haftaki topolino’da o kadar ortamların adamı görüntüsü çizdi ki Arca gerçeği kafamdan silinmiş. (özeleştiri)
Bir eleştiri de işletmeye, ilk defa gelen bir çocuk belli ki çekingen mizacı var, bir oyun ablası ona verilmeli, abla kendini tanıtmalı sevdirmeliydi, bunun yerine “aa Arca gel bak oynayalım” diye elinden çeken tanımadığı bir insan oldu o ablalar Arca için. Şimdi mesela Ela, Hayatlar Ela’yı bıraktılar, gittiler, Ela için de ilk gün sonuçta, ama malumunuz Ela ortamlara direkt aktı, hiç sorunsuz. Belki olması gereken oydu, ama yine de çekingen mizaçlı bir çocuk için özel muamele –en azından – başlangıç için yapılabilir miydi? (Yine çuvaldızı kendime batırayım, ben belki de baştan uyarmalıydım)

---------------------------------------------------------

Neyse girdim içeri, oyuncakları tanıttım, ablaları sevdirmeye çalıştım, Ela ve Yasemin ile kaynaşmasına çalıştım. Yalnız takılmayı tercih etti, kaydırakları çok sevdi. Ama bir defa olsun paçamı bırakmadı, tam hah alıştı, paravanın arkasında bekleyebilirim diyorum, görüş alanından çıktığım an basıyor yaygarayı! Tam ne güzel oynuyor diyorum, çocuğun biri dokunuyor, bizimkinin gücüne gidiyor, basıyor yaygarayı! En son oyun evinin içine girdi, çıktı, Ela girdi, Yağmur girdi, kapıyı kapattılar, aman pek bi içlendi. Tamam dedim, artık bu kadar küçük ve zararsız şeylere bile tahammülü kalmadıysa gitme vakti gelmiştir. Eş zamanlı olarak işletmenin başındaki bayan da "bugünlük Arca için yeterli" dedi, benden iyi not aldı. Demek ki gözlemlemiş.

Dışarı çıktık, kuru üzüm ve kayası ile teselli bulmaya çalışıyoruz, bankta oturduk sohbet ediyoruz.

Y: Burasını sevdin mi Arca?
A: Hayım: (
Y: Bir daha gelmek ister misin?
A : Evet
Y: Ablaları sevdin mi Arca?
A: Hayım!
Y: Peki o halde bir daha gelmeyelim tatlım, sorun değil
A: GEL!

-------------------------------------------------------------------
Özeleştiri: Arca hastaydı ve fiziksel olarak iyileşmiş bile olsa bu paçama tırmanmalar, boynumdan inmemeler hep hastalık sonrası kırılganlığın getirdikleriydi. Belki bu hafta hiç getirmemeli, belki daha az orada tutmalıydım.
-------------------------------------------------------------------

Hayat’la çıkışta sohbet ettik, Ela’nın özgüvenine hayranlığımı (maşallah) bir defa daha dile getirdim. Düşün ben paravanın arkasına geçemedim onlar market alışverişi yaptılar, HARİKA!! Hayat çok sevmedi ama devam edecek, yeterince koşup enerjisini atamadığını düşündü Ela’nın. Topolino gibi yerler, eğer kalabalık olmayan bir zaman yakalanırsa enerjisini atmak için daha uygun yerler gibi görünüyor.

Tam yürürken işletmenin başında olan bayan arkamdan koştu, dedi ki Arca için güzel bir gün olmadı ama hafta içi uygun ve tenha bir zamanda getirin alışsın, göreceksiniz sevecek. Ben de Arca ile ilgili bilgiler verdim, çekindi, tanımadığı bir ortam ve tanımadığı yetişkinler, çocuklar etrafını sarmış gibi hissetti, kendini güvende hissetmedi, farklı yaklaşmak gerekirdi. Hafta içi mümkün değil ama cumartesi herkesten yarım saat önce gidip alışması için fırsat vereceğim, hem Arca’ya hem Playbarn’a. Sonuçta bu tür oyun gruplarının Arca’nın sosyalleşmesi için olumlu olacağını düşünüyorum. Parka götürdüğümde bir kaydırağı bile paylaşmak istemiyor, “ama ama ama”lar uzayıp gidiyor. Tabii yaşı küçük ama böyle ortamlara girmezse paylaşmanın ne demek olduğunu hiç öğrenemeyecek.



Neyse kısaca o gün oradaki ablalardan farkım yoktu, evet belki yaş farkı! Bu bakımdan bana oyun teyzesi diyebilirsiniz: ) (Bakar mısınız top havuzunda debelenme aktivitesinde bile varım, hey allam b.k var, mecbursun sanki topla götür çocuğu kardeşim!)

29 Kasım 2010 Pazartesi

OYUN – PARK!

Arca artık tamlamalar yapıyor. Ama iki kelime arasına bir “es” koyuyor. Sanki düşünüyormuş gibi, ya da üstüne basa basa söylemek ister gibi. İlginç, sevimli. Mesela Donald – Amca ya da Yılmaz – dede gibi.

Cumartesi günü –deneme çekimi yapacağımız saha çalışmasını saymazsak - fotoğrafçılık kursundaki son günümdü, yine büyülenmiş olarak çıktım sınıftan. Bu sanat nasıl bir şey kardeşim, nasıl alıyor insanı içine ve ruhu nasıl başka bir boyuta taşıyor? Ömrüm boyunca sanatın her dalına (bale, dans, flüt, gitar…) çok hevesli fakat az yetenekli oldum, belki de sanata sanatçıya hayranlığım bundan kaynaklanıyor. 3 saatlik bir fotoğraf şöleni ile doyan ruhum trafiğe çıktığımda artık hazımsızlık mertebesindeydi, Topolino gazımı aldı!!

Kurs için birkaç saatliğine ayrılacağımı anlatmak ve küçük adamın olurunu almak için epey dil dökmek gerekti. Topolino’dan bahsetmiştim ona, arkadaşlarıyla oynayacağından, öncekini hatırladı, keyfi yerine geldi. OYUN – PARK! Yeni tamlama!

Topolino gazımı aldı demiştim ya, geçtiğimiz ay o kadar sevdiğimiz mekandan nefret ettik diye özetleyebilirim ama yok detaya gireceğim!

Başımıza gelenleri anlatmam lazım. Annemi Agora’ya bırakacağımız için biraz geç kaldık, 3’ü geçiyordu. Ama elif ve Egenin annesi gelmişti, yaşasın. (bu arada egenin annesine bayıldık, meltem ile tanıştığımıza çok sevindik, Fadişle rastlaşamadık, çok üzüldük, halbuki Arca “Deniz”i arkadaş listesine eklemişti.)

İçerisi o kadar kalabalıktı ki, Arca’yı bacaklarımın arasına sıkıştırdım, girişteki işimi ancak öyle hallettim. Geçen ayki bayan vardı kasada ama o günkü gibi tatlı değildi, zavallım bambaşka bir insan olmuştu. Bizimkilerin yaş grubuna ayrılan bölüme gittim, aman tanrım 7-8 yaş çocuklar var. Hemen görevliye şikayet ettim, cevap : “sabahtan beri 3 doğum günü vardı, zapt edemiyoruz”. Hani ben mi şikayetçiyim o mu anlamadım. Arca bu defa inanılmaz cesaretliydi, hemen oyuncaklara daldı. Nil’in dediği doğru “ulen çocuğu getirmiyorsun böyle yerlere sonra çekingen diye şikayet ediyorsun”!! Doğru söze ne denir! Arca kabuğunu kırdı, kabak çiçeği gibi açıldı da zaman kötü zamanmış.

Neyse grup yavaştan toplanınca yemek almak için yukarı çıktık. Oturacak yer yok, tüm masalar partilere ayrılmış, kenarına ilişelim diyoruz, yok mümkün değil, hatta Tuna asil poposunu yere koymak istemeyip sandalyeye oturdu da iki yaşlı kadın çok pis tersledi, şok olduk. Yemeklerin çok uzun bir sürede gelmesi, yerde yememiz, hepsi ayrı kötüydü, hangisini saysam?

En fenası.. çocuklar zıplarken biz de anneler olarak girdik, çünkü büyük çocuklar da zıplıyor, bizimkileri korumamız lazım. Güzel de sohbet ediyoruz, büyük çocukları bizimkilere yaklaştırmıyoruz. Bir görevli gelip “yaylar çok hassas, burada sizin oturmamanız gerekiyor” diye uyarıda bulunmuş. Elif de “o halde çocuklarımızın büyük çocuklardan korunması için buraya görevli koyun” demiş. Peki koydular mı? Hayır! Büyük çocukların oraya girmesini engelleyemediler, küçük çocukların bölümünde plastik top savaşı yapmalarını da engelleyemediler, ben bir tanesinden nasibimi aldım. Kısa bir süre sonra bu çocuklara ait doğum günü pastasının geleceği anonsu yapıldı, hepsi ipini koparmış gibi koşmaya başladı, Arca da tam o sırada zıplamak için merdivenlerdeydi, vahşi anne panter olarak koşup kurtardım ama meğer zamanlamam o kadar iyi değilmiş, akşam yanaktaki morluktan anladım, darbeyi yemiş bizimki. Hepimiz kızdık, çemkirdik çocuklara ama o büyük çocuklar da çocuk işte, nasıl laf anlatacaksın, işletmenin gerekli düzenlemeleri yapması, gerekirse böyle yoğun günler için eleman ilave etmesi gerekiyordu. Elfanam uyarıları yaptı, ama bizim için artık gitme vakti gelmişti, sonra düzeldi mi, büyük çocuklar ayrıldı mı bilmiyorum. Örneğin Hülya çok önceden ayrıldı mekandan, Tuna çok rahatsız oldu. O kadar stresli bir gündü ki ben tek kare fotoğraf çekmemişim. Hani Arca kırk yılın başı böyle fiziksel aktivite coşkusu yaşayacak, hiç kaçırmam!! Tatsız bir gündü, akşam resmen sızdım yorgunluktan, stresten.

Şimdi terazinin bir tarafına Arca’nın o gün çok eğlenmesini, bugün bile hala “oyun-park” diye tutturuşunu ve geçtiğimiz ay nezih ve düzgün bir şekilde vakit geçirmemizi koyuyorum. Diğer tarafına da bu hafta yaşadıklarımızı.

Arca’nın hatırına bir şans daha vermeli, önceden doğum günü var mı diye sormalı öyle gitmeli belki de, bilemiyorum.

22 Kasım 2010 Pazartesi

Arca ilk defa ...

Hayatımın en güzel tatiliydi! Detaylara girmeyeceğim, özetle... aile, arkadaşlar, Elvan, pastırma yazı, dinlenme, Arca, Arca, Arca ...

Ne çok ilkler yaşadı!

Sincap gördü.

Kahvaltıya gidelim demek bizim için Gizli Bahçeye gidelim demek. Çok hızlı bir servisi ve nefis kahvaltısı var. Asırlık ağaçları, Atatürk’ün kahve içtiği tarihi kamelyayı ve şanslıysanız – ki biz şanslıydık - ağaçlarda sincapları görebilirsiniz. Zamanı ise dalından mandalina toplayabilir, toplayan köylüleri seyredebilirsiniz. Arca’nın deliksiz uyuduğu ve geç kalktığı tek gecenin sabahında, hazır Elvancım da bizimleyken ve hava muhteşemken kahvaltıya gitmeye karar verdik. Arca genelde sabahın köründe kalktığı için kahvaltı organizasyonuna ancak ara öğünü denk gelirdi, bu defa bizimle kahvaltı etti. Bak bu da bir ilk : )

...................................................................

Dut kurusu yedi, hem de Cansu’nun elinden!!

Bizim ara öğün zulamızda kayi (kayısı) ve üyum (üzüm) vardı, onlarınkinde dut. Arca yemeye, Cansu yedirmeye bayıldı.

...................................................................

Çizgi film izledi. Mickey Playhouse! Ve aşık oldu. Bayram harçlıkları ile Mickey ve Donald oyuncakları satın aldı. Onlarla uyudu, onlarla yemek yedi, onlara yemek yedirdi, onlarla gezdi, mıçtı… “hey bilgili!” demeyi öğrendi. Bittiğinde hüngür hüngür ağladı, teselliyi yine oyuncaklarında buldu. (evet daha bu yaşta o çarkın içine biz de girdik, ha ben10 ha kayyu - mu ne - ha mickey? hiç farkı yok, sadece çizgi filmi izlemekle kalmıyorsun oyuncağını da alıyorsun. Zaten hediye gelmiş mickeyli nevresim takımımız vardı, şimdi tam oldu! bakalım daha neler göreceğiz!)

...................................................................

Birkaç saniyeliğine de olsa televizyona çıktı.

Çok güzel dostlar edinmemizi sağlayan Nurturia ailesinin Kanal D ana haber bültenindeki tanıtımında video lazımdı, Damlaya göndermiştim, birazında görünüyor. Hehe celebrity anası oldum yav!!

...................................................................

Tavşan gördü, hatta peşinden koştu, düştü, yılmadı bir daha koştu.

...................................................................

Ve son olarak at sevdi ve bindi!
Pazar günü iki saatlik öğle uykusunu almış ve dinlenmiş olarak yemeğini yedi ve atları görmek için yola çıktık. Falabella’da Cansularla buluştuk.

İşte atlarla Arca’nın öyküsü…


Önce heyecanla ama sakin sakin yaklaştı, “bin! Bin!” diye talebini dile getirdi. Açık konuşayım biz sevebileceğine bile ihtimal vermedik.


Kafasını çitlere dayayıp uzun uzun seyretti. Ortamı kokladı.

Arada çimlerde koşturup oynadı. Sonra yine atlar geldi aklına, önce babasının kucağındayken sonra da kendi başına sevdi, okşadı.



Yine tutturdu “bin! Bin!” diye, “emin misin?” dedik, “EMİN!” dedi ve bindi!! 3 tur attı. Öyle mutluydu ki… Sabah çok özlediği Ümit teyzesine anlatıyordu “at! Bin! Dıgıdık!”

15 Kasım 2010 Pazartesi

Birkaç cümle ile...

İçime sokasım geldi, hatta birkaç defa sıkı sıkı sarıldım.

Arca ile Cevdet süper anlaştı, bu kadar mı elektrikleri kimyaları tutar? bir ara onları odada bırakıp mutfağa bile geçtik.(sadece kitap konusunda Arca'nın Cevcevime carlamalarını saymıyorum)

uzun zaman önce yitirdiğim küpelerime benzer küpeler...

Arca sanırım ona aşık oldu, o "ben evliyim ama arcacım" dedikçe arca mahçup mahçup başı önde gözlerini dikerek onu seyretti.

Kim korkar kırmızı başlıklı kızdan ? O günden beri en az 20 defa okudum!! Harika harika bir kitap!!

Bu kitaptan daha güzel ve masalsı çizgiler senin için en güzel dileğim olabilir sevgili kisd...

Onun içi kadar sıcak çizimlerini siz de çocuğunuzun odasında misafir etmek isterseniz bir tık...

31 Ekim 2010 Pazar

hem hepsi farklı hem hepsi aynı

bilmece bildirmece kaydıraktan kaydırmaca :)
5 toddler... hani ne çocuk ne bebek... ikisinin arası bir yaş döneminde geçiş aşamasını tamamlayan insan küçüğü tür.
en büyüğü 2 yaşını dolduralı hepi topu 4 ay olmuş. en küçüğü ise yer cücesi Arca.
Havanın kötü olacağını varsayarak topolinoya gitmeye karar verdik. Arca ilk defa gidecek böyle bir ortama. Nasıl anlatsam? Parka gidiyoruz dedim.

Hayat, Hülya, Elif, Nil... ve pek tabii diğer cüceler Ela, Tuna, Ege, Berk.
Oyun alanına girdik...

Naçizane gözlemler...

Ela(21 ay), Hülya'nın deyimiyle o bir amazon!! Ela ortama girdi ve direkt adapte oldu, hatta saniyeler içinde ortamın bir parçasıydı. Hiç yadırgama yok! Onun için kaydırak olsun, tırmanma, atlama, zıplama olsun. Ela'nın bizi kopardığı an!! Nil dedi ki : "Şahsen BEN kayamazdım!!"


ve son olarak bizim oğlanlar yorgunluklarını ara öğünle giderirken Ela hala orta pistte dans ediyordu.

Berk... 2 yaşını dolduralı henüz 1 ay oldu. Hiç sağa sola bakmadan direkt büyük çocukların oynadığı kaydırağa daldı. Dedim ki "Nil hayrola? geldiniz mi siz buraya daha önce? Berk ne güzel patır kütür oyuncaklara daldı?" ona göre kreşten alışkın, yoksa zor. Olabilir ama bayıldım. O nasıl bir özgüven, hiç arkasına bakmadı.

Yine Arca ile tatlı münasebetleri oldu. Bunlar ilerde garanti kanka olacaklar.

Ege... 2 yaşını dolduralı 1 aydan biraz daha fazla oldu. Tunayla birlikte zıp zıpın dibine vurdular. O nasıldı hatırlamıyorum, Hülya anlattı, Tuna Ege ayakkabısını çıkardı diye, çıkarmak istedi, Ege de Tuna çorabını çıkarıyor mu diye kenardan kesti:P Çıkarsa anında çıkaracak. Arca'nın araba gözüne hoş görününce şansını denedi, Arca ödlek düdük bastı yaygarayı, Ege de "efendilik bende kalsın, küçüğü üzmeyelim" dedi diğeriyle oynadı canım benim!

Tuna... en büyükleri, ortamın paşası (puhahaha)! şaka bir yana Arca sürekli Tuna'yı kesiyor. Turuncu kamyonu sırf o oynasın diye getirdi, benzeri Tuna'da var ya. Tuna için tüm oyuncaklar hikaye gibiydi, o kaydırağın 3 katı kadarına tırmanmışlığını bildiğimden Tuna'nın rahatlığı hiç şaşırtmadı beni.


Arca... kan bağımız olduğundan en çok onu gözlemledim, daha doğrusu gözümü üzerinden ayırmadım mecburen:) Evden çıkarken dedim ki Arca'ya 2 tane araba alabilirsin. Kırmızı kamyonun yanında üzerine binilebilen mcqueen'i seçti. Eh seçenekleri sınırlamazsan olacağı bu. Dedim ki arabaya sığmaz, bak bu Tunanın çöp kamyonundan hem o da oynar belki, o zaman bipbip'ten vazgeçti. Tabii bu hadise bi tarafımızda patladı. Çünkü bipbipe benzer arabalar varmış, Arca iki tanesini sahiplendi, en az 20 dakika ne bindi, ne paylaştı, sadece elinde tuttu.

Psikolojide bir analizi vardır kesin. Bir ara kaydıraklara gitmek istedi, sanırım, bırakmak da istemedi, beraber gitme girişimlerinde bulundu. Örneğin Elanın daldığı o kaydırağa yaklaşmak Arca'ya 15 dakikaya maloldu. Hatta o hani büyük çocuk kaydırağı var ya, orada sanırım yarım saat harcadık, sadece tepesine tırmanmak için. iki basamak tırmanıyor, 3 defa arkasına bakıyor, sonra birkaç defa geri dönmeye çalışıyor, sonra gözleri beni arıyor, ses etmezsem surat buruşuyor. Görünce, cesaretlenince devam. ÖDLEK!! kibarcası TEMKİNLİ:)

Tadını alınca kudurdu. Biya, biya (bir daha) diye diye defalarca bindi. Zıp zıp daha kolay oldu onun için, önceden alışkın olduğu bir oyuncaktı. (kanepe:P)

Hatta takla attı, çok hoşuna gitti, bir daha denemesin diye kırk takla attırdı bana. Dönüşte yemeğe gidiyoruz uyutmamak için de bir kırk takla atmışımdır. Sohbet etti, akayaylayını (arkadaşlar) saydı, oyunlardan atladığım olunca (bop-top) hatırlattı. Bu güzel günün Arca için ne kadar faydalı olduğunu bugünkü park tecrübesinde anladım. Kaydırağa kendi başına çıktı ve kaydı. Doktor çıkmış çocuğunun diploma törenindeki haklı gururu vardı dolan gözlerimde:)))


Hepsi birbirinden o kadar farklı ki aslında, ama hepsi kuru üzüm söz konusu olduğunda aynıydı!! hiçbiri hayır demedi:)
Canlarım seviyorum hepinizi!!