1 Nisan 2018 Pazar

"Je suis fatigue*"

Haftanın en dingin saati.

Arca ve İlker GS-Trabzonspor maçını izliyorlar. Az önce yanlarına gittiğimde ve "gol olacak" dediğimde olduğu için, beni yanlarında istiyorlar ama ben yazmayı tercih ettim, düşün artık nasıl kıymetlisin blog.

Kıymetlisin çünkü çok ama çok şey borçluyum sana. Bana iyi insanlar kazandırdın, beni iyi insanlara kazandırdın. Belçika vizesi yazısı sebebi ile bana ulaşıp akıl danışanlara, geçen yıl bu zamanlar bana yine bu blog aracılığı ile yardımcı olmuş insanlar gibi, ben de aklım tecrübem yettiğince yardımcı olmaya çalışıyorum. Hayatın tatlı tesadüflerinden biri daha, bana, bizim şirkette işe başlamak üzere olan bir arkadaşı bu blog aracılığı ile getirdi, umarım yardımcı olabilmişimdir.

Hayat tüm hızıyla hatta biraz da fazla hızlı akıyor burada. Allah biliyor ya bazen çok yoruluyorum.

Yorgun demişken...


Geçen, malum artık katılamadığım kitap kulübünün toplantısı sonrası havada uçuşan whatsapp mesajlarına kayıtsız kalamadım ve eve dönmekte olan yorgun bir Yeliz selfie'si ile yazışmalara katıldım. Fiziksel olarak olmasa da ruhen dahil olmak istedim sanırım, kim bilir?

Bir oyun oynuyorlardı, "kendinize hayatınızın bu döneminde isim vermek isteniz adınız ne olurdu? " Çok düşünmedim, cevabım netti: Yorgun.

Belçikalıların en sevdiği iki soru var, kesin daha önce bahsetmişimdir - zira bence ilginçti - : 1. Hafta sonu ne yapacaksın? 2. Hafta sonu ne yaptın?

Önce bu konsept bana çok özele girmek gibi gelmişti, belki de bütün hafta sonu yaydığımı anlatmak eziklik gibi geldiğindendi. Sonra ise yüzeysel geldi, belki de "baksana adamların başka derdi yok, birbirlerinin hafta sonundan başka muhabbetleri yok" diye düşündüğümdendir. Fakat anladım ki, hafta sonunun değeriydi sebebi. Çünkü bütün hafta tabiri caizse eşek gibi çalışıyorlar ve gerçek anlamda kendilerini işten izole edecek, yani özel hayatları ile iş hayatlarını birbirlerinden ayıracak meşguliyetlere ihtiyaç duyuyorlar. 

Yorgunluğumun yegane sebebi bu. Hani Avrupa'da insanlar, bizden (yani Türkiye'den) haftada yaklaşık on saat daha az çalışıyorlar ya, aslına bakarsan bizden çok çalışıyorlar. Kendimden örnek vererek karşılaştırma yapayım.

Evvelden erkenden ofise gider, sabahları (uzak doğu ile saat farkından dolayı) çok sıkı ve yoğun çalışır, öğle yemeğini biraz geç yer, yerken ofisteki arkadaşlarımla bir saat dolu dolu sohbet ederek, öğleden sonralarımı rutin işlerimi düzenleyerek geçirirdim. 

Elbette hep çok yoğundum fakat belki yılların tecrübesinden dolayı bilemiyorum, işlerimi daha kolay yoluna koyar, çok da yorulmazdım. En azından bu kadar yorulmazdım. Kendinizden pay biçin, belki de şu anda mesaideyken bu yazıyı okuyorsunuz? Al sana bir deşarj yöntemi. Çalışıyorum adı altında tüm gününü sosyal medyada, whatsapp gruplarında tüketenler yok mu? Benim günlerce şahsi maillerime bakmadığım oluyor.

Neticede resmi çalışma saatlerinin iki saat üzerinde çalıştığım günler devreler yanmaya başlıyor. 

Bir de üstelik bizde esnek çalışma saatleri var. Yani istersen işe 07:00'de başlayabilir, ofisi 16:00'da terk edebilirsin (cumaları da 1 saat az çalışabilirsin) ya da "ben early bird değilim kardeşim benim kafa sabahları basmıyor" deyip 10:00'da işbaşı yaparsın. tabii o vakit 19:00'a kadar ofiste kalmalısın. ama netice benim gibi 07:30,da giriş yapıp, 18:00'a hatta kimi zaman 20:00'a kalırsan ofiste, benim gibi olursun. Beyin mıncıklaması:))

Adamlar çalışanını yormayacak bir düzenleme yapmışlar. O mesai saatlerine uyunca gerçekten yorulmuyorsun. Ama sürekli mesaiye kaldın mı, iptal! 

Bundan sonraki hedefim, hükümetin çalışma saatlerine uyum göstermek. 

İşte bundan sebep bana hayatımın bu döneminde kısaca "yorgun" diyebilirsiniz.

Mesela benim Fransızca kursundaki öğretmenim diyor. Bana sürekli yorgun olduğumu söylüyor. Kendisinin Yüzüklerin Efendisindeki Gollum'a tıpatıp benzemesinin konumuzla bir ilgisi yok ama yine de benziyor. Eğlenceli bir sınıf bizimkisi. "Manyak mısın? bu yoğunluğun üzerine bir de Fransızca mı öğrenmeye çalışıyorsun?" diye soranlara, şimdilik evet demekle yetinecek, detayları bir sonraki yazıya bırakacağım.

En azından bana eczaneden multivitamin almam için epey yardımı olduğunu söyleyebilirim.

Geçen cumartesi tramvay beklerken durağın arkasındaki eczaneye girdim ve "Je suis fatigué*" diyerek söze başlaım, ıkbık derken aldım vitamini. Yoğunluk devam ama şimdi en azından daha az yorgun hissediyorum ;)

"Neden Fransızca?"nın cevabı sonraki yazıda :)

*: yorgunum 



2 yorum:

küçük Joe dedi ki...

Fransızlar da o soruyu sorar ve ben en sonunda sıkıntıdan kurdeşen dökeceğimi sanırdım. Sorma kardeşim haftasonu ne yaptığımı, yıllar yılı sıkılmadın mı o sorudan. Ve evet bana hep çok yüzeysel bir muhabbet gelmiştir. Ve evet başka da bir muhabbetleri yok gibi gelmiştir. Ama şu an düşününce onların "small talk" ı bu galiba. Bizim "ne haber" gibi. Sadece "ne haber" daha derin muhabbetlere de kapı açabilirken, diğerinde çok da özele girmeden iletişim kurar gibi yapıyorsun.

asli@b dedi ki...

Moi aussi :)