10 Aralık 2017 Pazar

Öyle işte...

Eşyalarımız geldiğinde alelacele sıraladığım kitaplarımı az önce ani bir kararla düzenlemeye başladım. Çünkü İlker'e fazla bulaşmak istemiyorum, zira maçla ilgili alakasız yorumlarım evdeki futbolseverleri ziyadesiyle sinir ediyor. Aile bütünlüğümüzün hayrı için maç süresince başka bir odada kendi halimde takılmam lazım. Lakin kitaplık düzenlemek çok tehlikeli üstelik bir maç süresine sınırlandırılamayacak kadar kapsamlı bir iş. Neden? Çünkü ben kitapları elime aldım mı başlıyorum kurcalamaya.

Yeni bir kitapsa önce arka kapak derken önsöz yetmezse ilk bölümden birkaç paragraf okuyorum.


Evvelden okumuş olduğum bir kitapsa daha fena. Okurken bana hissettirdikleri aklıma geliyor evvela. Sonra tam ortalardan bir bölüm açıyorum. Birkaç sayfa okuyuveriyorum. O birkaç sayfayı hatırlamam için birkaç sayfa öncesi ve birkaç sayfa sonrasına takılıyorum. O anda odaya girenler etrafım kitap kuleleriyle dolu iken beni, bir kitabın içine dalmış bir halde koltuğa gömülü bir vaziyette buluyorlar. Ve tabii akıllara aynı soru geliyor, "sen hani kitaplık düzenleyecektin?"

Az önce benzer bir şey oldu. Elime "sanatçının yolu" kitabı geçti. Evirdim, çevirdim, kimden nasıl tavsiye aldığımı, nasıl okuduğu bir bir hatırladım. Kitap kulübü arkadaşım Sıla önermişti. Geçen yaz okumaya ve uygulamaya başlamıştım, bazen küfretmiştim, bazen de çok sevmiştim. Şimdi dönüp baktığımda bana inanılmaz iyi geldiğini idrak ediyorum. Dahası beni, içimdekileri bulmam konusunda harekete geçirdiğini.

Her sabah üç sayfa yazı yazmak sabahlarını beşer dakika arayla sekiz ayrı alarmla uyanmaya çalışmakla geçiren biri olarak beni ciddi bir mücadelenin içine sokmuştu. Gerçi işin içine yazı girmeseydi, aynı istikrarı gösterir miydim, yani her sabah ses kaydı yap veya resim çiz filan deseler, kitabın sonunu görebilir miydim? Hiç sanmıyorum.

O aylar boyunca hemen her sabah üç sayfa yazdım, bazen YAZMAK İSTEMİYORUM cümlesiyle üç sayfayı doldurdum ama yazdım. Belki çok saçma gelecek ama kendimle ilgili olumlu olmsuz o kadar çok şey keşfetmeme yol açtı ki ben bile inanamadım. İçindeki tıkanıklığı öyle güzel çözüyor ki yazmak... Bloga da yazıyorum ama illa ki bir sansür oluyordur, kendinle bir başına yazdığında.. Nasıl anlatsam, bir odada tek başınasın seni kimsenin görmediğini biliyorsun ve çıplaksın gibi... Olduğun gibi, tüm duygularınla... Öyle işte.

Kitap sanatçının yolunu açıyormuş gibi bir izlenim veriyor ama aslında kişisel açmazlarındaki yolu açıyor bence. Şimdi dönüp geçen yıla baktığımda bugün olduğum noktaya gelen yolu açtığını fark ediyorum. O zaman da istediğimin ne olduğunu her gün yazdığım sayfalarda keşfetmiştim. Yanımda yöremde taşıdığım roman yazma hevesime bile birkaç adım yaklaşmama yardımcı olduğunu düşünüyorum zaman zaman. O heves hiç bitmeyecek ama roman bitecek mi emin değilim.

Bu tempoda zor. Aslında çalışma temposu İzmir'dekinden fazla değil. Çalışma saatleri Türkiye'dekinden neredeyse on saat az. Bu da günde iki saat az çalışıyorsun demek. Sonra işe giden yol en fazla yarım saat otobüsle. Araba geldiğinde 10-15 dakikaya düşecek. Yani yolda da vakit kaybetmiyorsun.  Hayat desen, o da sakin ötesi. Ama bende ilginç bir tempo var. Galiba alışma süreci, adapte olma sancıları. Bir de evdekilerle bir dipdibe olma halleri. Yalnızlık travmasını üzerimden atamadım hala. Yalnız başıma kalma süresi işte maç saatleri ile sınırlı, eh haliyle daha az okuma daha az yazma... Bak mesela her yıl 40 50 kitap okurum, bu yıl senenin sonu geldi, sadece 27 kitap okumuşum, yazıklar olsun bana! Evet ya sayıyorum daha doğrusu goodreads sayıveriyor benim için.

Neyse diyeceğim o ki, böyle sonunu bağlamayı başaramadığım yazılara gıcık oluyorum. Piç gibi ortada kalıveriyor. Neden biliyor musun? Çünkü yazının ortalarında bir yerlerinde uykum geldi, kapattım salona geçtim. Maçilk yarı iki sıfır yenik durumdayız. Battaniyenin altına girdim, birkaç sayfa kitap okudum (Karl Ove Knausgaard - Aşık Bir Adam) uyuklamışım. Uyandığımda maç dört iki lehimize bitmiş, evdekilerin karnı acıkmıştı. Yemek yedik, İlker Arca'nın eski videolarını bulmuş, bir yaşlarındaki oyunlarını çekmişiz, çoğunu unutmuşum. Epey eğlendik. Yazıyı hatırladım, bilgisayarı kucağıma aldım, kanepede otururken bir bira açtım, o arada İlker müzik açtı. Yüzbin defa Arca tarafından rahatsız edilmek suretiyle yazıyı piç ettim. Ama şimdi bu kadar yazmışım yayınlamayayım mı? 

6 yorum:

Asortik Krep dedi ki...

Yayınla tabii ki... Bazen senin yazıların ilaç gibi geliyor bana.

okuyanguzel dedi ki...

Okuruz biz hem de keyifle...

Gulcin dedi ki...

yeliz o yeni bir yere, duzene alisma hali. Gececek. Cok daha iyi olacaksin. <3

deeptone dedi ki...

sanatçının yolu yazmıştın ben de not almıştım okuycam daha işallah.

durutarifler dedi ki...

Ne güzel ben de yazabilsem. İki satır yazıda kelimeleri bir araya getiremiyorum ama okumaya bayılyorum :)

Halil Gönül dedi ki...

güzel, güzel; yayınlayın gitsin. :)