20 Ağustos 2017 Pazar

Sarasvati

Belçika'ya geldiğimden beri yeni doğan bebeye sahip analar (instamom:P) gibi, yediğimi içtiğimi, gazımı paylaşıyorum, nasıl bir disiplinse artık bu:) Arca'nın bebeklik günlerine döndüm. İçimden yeni bir Yeliz mi doğurdum acaba? (Başka doğurmayacağım ya matruşkaya döndüm)

Biliyorum aslında bunları hep aylar yıllar sonra dönüp okumak için yazıyorum. Bir de tabii, bu deli kızın yeni hayatındaki gelişmeleri merak edenler için...

İçtimayı bir yana korsak, işin duygu tarafı var ya, o çok fena. Dua edin duygusala bağlamıyorum, yoksa antideprasana başlarsınız.

Bu olayın duygu tarafını en güzel işteki arkadaşım Melike tarif etmişti; "bir gün coşuyorsun, her şeyin iyi gittiğine şükrediyorsun, bir gün işler ters gidiyor ve hayatın tepetaklak oluyor gibi hissediyorsun, ilk zamanlar böyle geçiyor."

Hayatıma neşenin ve umudun hakim olduğu ilk günlerimde işittiğim bu ifadenin, sonraki haftalarıma hakim olacağını bilmeden gülümsemiştim, ne kadar haklıymış.

Bipolar bozukluk sınırında geziyormuş gibi hissettiğimi itiraf ediyorum ve itirafımın ilk muhattabı da burası değil, etrafımdaki herkes, bende bir denge sorunu olduğunu anlayabilir. Bipolar teşhisi konmuş kimselere de buradan gani gani selamet diliyorum, ne kadar yorucu yıpratıcı bir sorun olduğunu tahmin edebiliyorum.

Nasıl olduğunu anlatayım. Mesela... Yolda yürürken önündeki ağaçtan inen bir sincap koşarak (bizim sokak kedileri gibi) kendini caddenin öte yanına atıyor. Tam gülümsüyorsun, sonra birden "çocuğum da göreydi bu manzarayı" diye kahrolurken buluyorsun kendini.

Ya da başka bir örnek... Ev işini halledip, sabahına belediyeye gitmeye karar verdim. Kontrat var, belgeler hazır, anahtarı almayı beklemeye lüzum yok. Belediyenin önündeyim ama yabancıların ofisini bulamıyorum. Başka binada biliyorum, ana binayı dönüp dolaşıp bulamıyorum. Google maps ayarları bile cozuttu. Ben günde nasıl 20.000'e yakın adım atıyorum sanıyorsunuz? Spor olsun diye mi? Katiyen! Çok basit, kayboluyorum. Yürüyerek 4 dakika verdiği yeri üç tur turluyorum, yine de kayboluyorum.

Başarı budur, buradadır arkadaşlar, başarı elindeki akıllı telefonu aptal edebilmektedir.

Bir de yağmur bastırdı mı? Hayır sonra niye Avrupa yeşil? Ulen yediğim yağmurdan benim bile bir yerlerimde ot bitecek, herhalde yeşil olur, peh! Neyse sabah sabah yine diplere vurdum. Sonra ne mi oldu? Söyleyeyim, yabancıların ofisini buldum, sabahın ilk yabancısı olarak dünya tatlısı iki memura denk geldim. Kolaycacık işimi hallettim, yüzümde salak bir gülümse ile binadan çıktım. Orta yaşının biraz üzerinde bir kadın yanımda durdu bana Fransızca bir şeyler söyledi.

İngilizce konuş abla dedim, ay pek sevindi, ben de İngilizce konuşuyorum dedi. Memleket nere dedi? Dedim Türkiye. Buraya geldiğimden beri belki yirmici defadır aynı tepkiyi aldım: Hiç Türk'e benzemiyorsun! (Muhterem ve Arca cücesini memleketi layıkıyla temsil etmeleri için acilen buraya bekliyorum. Ben tipten kaybediyorum, katiyen Türk olduğuma inandıramıyorum. İştekileri de, yolda yürürken yol soranları da - brüksel muhtarı gibi bir halim mi var - sonra yaka kartında Türk ismi yazan kasiyer garson gibi arkadaşlarla Türkçe konuştuğumda da... hayır katiyen.)

Yok dedim ablaya, Türk'üm. İnanmadı sanki, Elif Şafak'ı tanıyor musun, dedi. Ayıp ediyorsun, bizim Elif, kaç kitabını okumuşluğum var. Hem biliyor musun, evvela İngilizce yazar Elif, sonra Türkçe'ye çevirilir. "Ben Amerika'dayken İngilizcesini okudum" dedi, "ama Arapçaya çevirmiyorlar."

"A sen Arap mısın?" Faslıymış, eh ben anlamam, yani insanların tipine bakıp hangi memleketten olduğunu çıkaramam (senelerce Korelilerle Çinlilerle çalıştım, hala karıştırırım, şimdi bir de Japonlarla çalışıyorum, hah tam işte hepsi benim için aynı), o yüzden yorum yapmayacağım. Biz böyle ayaküstü edebiyat, memleket epey sohbeti koyulttuk. Dedim ki, "sen bana Fransızca bir şey sorduydun, ne demiştin?" Kadın meğer ne güzel saçların var demiş puhahahah. Ulen var ya, bu bonus kafayı burada da beğenen çıktı ya, ne diyeyim... Keyfim yerine geldi...

İlginç insanlar var burada. Bugün mesela ev için döşek, masa sandalye ve eşyalarımız gelesiye kadar idare edecek yastık yorgan filan almaya IKEA'ya gittim. Çok yoruldum, nedenini hepimiz biliyoruz, IKEA içinde de kayboldum, defalarca! Masaları arıyorum aynı gardırop bölümünden üç kere geçiyorum. Gerçekten beni biri kameraya çekse de neşemizi bulsak. Bir tarafımdan ter damlarken bir elimle market arabası gibi olanı, bir elimle de büyük parçaları koyduğumuz diğer tip arabayı itiyorum. Acınacak haldeyim. Yok abartmıyorum kesin acınacak haldeyim ki genç bir kız koştu yanıma geldi. Normal insan, çalışan değil. Kaptı bir tanesini elimden birlikte asansöre bindik. Araçların yanına kadar götürdü. Bak işte az önce oturup ağlayacaktım, şimdi de bu genç kızın yardımseverliği karşısında duygulanıp yine ağlayacağım. Hayır yani illa ağlayacağım.

Transfer yapanlara diyorum ki, ben de araca bineceğim, eşyalar ayrı ben ayrı olmaz. Olmaz diyorlar, aaaa götüreverin kardeşim küçücük kadınım, sığıveririm bir kenara. Neyse sonra esmer bir delikanlı geldi. Tamam madam dedi, ben götürürüm. Komik de bir tip, "yolda Arapça müzik çalacağım ama", diyor. Ay canın sağ olsun, istersen arabesk çal. Bu da Faslıymış, Türk mahallesinde oturuyormuş. Türk arkadaşları varmış. Çat pat Türkçe de var. Kıyamam benim eşyaları asansöre bile taşıyıverdi.

Yarın evde temizlik var, temizlik malzemelerini otelin oradan taşımayayım, yakındaki marketten alıvereyim dedim. Yine kayboldum ama bu defa hata bende değil! Önünden geçmişim ama market kapanmış, tadilattaymış peh! Tekrar yürüdüm ama artık canım çıktı, başka market de bilmiyorum, otelin oradan alıveririm, sabah götürürüm dedim.

Akşam olmuş, sabahtan beri ağzıma tek lokma koymamışım, temizlik malzemelerini otele bırakıp meydana gittim. Güzel bir pizza yedim, hafif bir bira içtim yanında (ne olduğunu bilmiyorum ama güzelmiş garson Marie benim için seçti), kendime geldim. Tam otele dönecekken tango müziği duydum, yine meydanda canlı performans var diye düşünürken karşıma dans eden sıradan insanlar çıktı. Bakar mısınız nasıl da keyifle dans ediyorlar. Çoğu yaşlı, bir çift kangurusundaki bebekleriyle dans ediyor ve bazı yoldan geçen insanlar da durup onlara katılıyor. Öyle işte ilginç...

İlginç demişken...

En ilginç tipler tabii ki metroda, tramvayda.
Bu sabah gazetesini metroda yayılarak okumayı tercih eden zat, az sonra kalkıp dilenmeye başladı.

Sonra bu tüylü şapkalı adam. Adam Broadway müzikalinden kaçmış tramvaya binmiş.

Bir de köpekliler var.


Bizimkilerin vizesi çıkıncaya kadar, işleri yoluna koyuncaya kadar böyle... bir gülüyorum bir depresyona giriyorum, aynı gün içinde buranın havası gibi benim de kırk kere havam değişiyor.

Yine böyle dellendiğim bir gün, Sıla bana whatsapp'tan yazdı, panik halinde olmak merkezini korumayı güçleştirir, kendini bulmak için rahatlaman lazım, dedi ve bana bir kart çekti, Sarasvati. Sanat Tanrıçası. "Kendini rahatlatmak için kendini sanat yoluyla ifade et" dedi. Ne resim yapabilirim ne de şarkı söyleyebilirim. Dans etmek içinse çok yorgunum (günde 20.000 adım;) ) kendim için yazdım, o günden beri kendim için yazdım, ve galiba bugün de kendim için yazdım.

Ben sizin yerinizde olsam, işi gücü bırakır, artık secret mı yaparsınız, evrenle anlaşır mısınız, dua mı edersiniz bilemem, ama muhterem ile Arca'nın acilen vizelerinin çıkmalarını sağlamaya çalışırım, yoksa ben böyle deli deli yazıp kafanızı şişirmeye devam edeceğim.

Hah işte karşıdaki Karaoke barda yine aynı şarkı çalıyor. Şarkıyı çok severim, ilk denk geldiğimde karaoke olduğunu anlamamıştım, ne kötü söylüyor demiştim, sonra hemen her gece aynı saatlerde farklı şekillerde şarkının içine edilince karaoke olduğunu anladım.

Şarkının en güzel kısmı bence:) (Çeviri bana ait değil tabii ki:) ama ne güzel anlamı var değil mi?)


Moi je veux crever la main sur le coeur
Ölürken kalbimde bir el olsun istiyorum
Allons ensemble, découvrir ma liberté
Haydi birlikte, özgürlüğümü keşfedelim




3 yorum:

okuyanguzel dedi ki...

Hem vizeler çıksın hem de böyle uzun uzun yaz bence. Dileğim budur. :)

asli@b dedi ki...

Yeliz'cim, süper işler başarıyorsun, hızına okurken bile yetişmek mümkün olmuyor (maşallah) İnşallah en kısa zamanda muhterem ve Arca'nın vizesi çıkar, bize de ailecek maceralarınızı dinlemek nasip olur.

Colorful dedi ki...

Bu anilara yillar sonra donup okudugunda, hatirladiginda cok keyifli oluyor Yeliz :) Yazmak iyidir. Ilk Norvec'e gittigim yili, ozellikle ilk aylarin telaslarini dusununce gulumsuyorum bol bol :) Cok telasli bazen sikintili olsa da keyfini cikar derim. Tez zamanda vizeler de onaylansin diyerek pozitif enerjilerimi gonderiyorum Ingiltere'den :)