9 Ekim 2016 Pazar

"Eve döndüm, geleceğim"

Çocukluğumuzda bizi ödül almaya alıştırmışlar. Eğitim sistemimizde böyle bir kara delik var. Dersleri sınavlarda çıkacak sorulara göre öğrenmeye çalıştık çoğumuz. Mutlaka zevk aldığımız dersler olmuştur ama iyi notlar almanın ya da sınıfı geçmenin en birinci hedefimiz olduğunu söylerken ve genelleştirirken abartmış olmam sanırım. Sonra o bitmek bilmeyen ortaokula, üniversiteye giriş sınavları... O sınavları kazanmak o kadar öncelikliydi ki, kazandıktan sonra dünyaları kazandığımızı düşündük. Yeni hedefimiz fakülte bitirip diploma almaktı, onu da hallettik tamam, sandık.

Halbuki yeni bir sınav başlıyordu, hayat sınavı. İşte aramızdan sadece sonuç odaklı olanların, dışsal ödüllerle hedefleri tutturmaya alışanların bu hayat sınavında "başarılı" olsalar bile mutlu olmaları daha doğrusu mutluluklarının sürekli olması mümkün olmadı. Evvelden sınavlarda iyi not almaya alışkın olan bünye, şimdi ay sonu alacağı maaş için, yıl sonu alacağı title için çalışmaya devam etti. Alamamak büyük bir motivasyon kaybı iken alabilmek bir süreliğine gönlümüzü oyaladı, zira ödülün etkisi de cezanınki gibi kısadır.


Hafta sonlarının gelmesini dört gözle bekleyen, alkolün dibine vuracağı bir cuma akşamının hayaliyle tüm haftasını geçiren, tatillerin hiç yetmediğini düşünen, kendisini sürekli yorgun sürekli tükenmiş hisseden ne çok kişi var? Tek motivasyonunun ev kredisinin bitmesi olan veya emeklilik hesabı yapan? Dışsal motivasyona o kadar bağımlıyız ki, sürekli bir şeylerin beklentisi içindeyiz. Olmayınca hüsran... Süre gelen bir çarkın içinde öğütülmenin belirtileri işte bunlar. Bilgisayarı bugün kapat git ve yarın kırsala yerleş veya karavana atla dünyayı gez demiyorum. Allah aşkına kaç kişi cesaret edebiliyor ki? Edebilenlerin ardından bakarak iç geçirenler topluluğuyuz.

Özellikle işten yana çok keyifsiz olduğum zamanlarda sorguluyorum bunu. Sorumluluklar ağır bastığında, bırakıp çekip gidemediğin o anlarda... Hissizleşiyorum. Kurtlarla Koşan Kadınlardaki Fok derisi masalı geliyor aklıma, hani o kuruyan deri, hissizleşen vahşi kadına dönüşüyorum ve otomatiğe bağlanmış görevlerimi yerine getirme dürtüsünden başka bir şey hissetmiyorum. Yuvaya dönme ihtiyacı o zaman baş gösteriyor. Kimi alıp başını gitmek ister, kimi içine dönmek... Evine dönmek böyle bir şey, diğer her şey yabancılaştığında bir şeye sığınman gerekir. Hayata tutunabilmenin tek çaresi.

"Eve dönmenin" pek çok yolu var. Keşke bir küçük valiz kapının dibinde dursa ve alıp tek başınalığımızı kutsayabileceğimiz bir küçük yuvamız olsa, kaçabileceğimiz. Dahası bunun için zamanımız, imkanımız ve böyle bir imkanı gerçek kılabilecek lüksümüz olsa... Ama yok. Bunun yerine "eve dönmenin" pek çok yolu var. Mesela kapıyı kapatmak o kapının ardında kendinle baş başa kalabilmek. Mesela bugün İlker'in Arca'yı bir saatliğine alıp çıkması. Ben eskiden yıllık iznimden bir ya da iki gün kaçamak yapardım. Yürürdüm, sokakları ilk defa görüyormuş gibi yürürdüm. Bir cafede oturur, okur veya yazardım. Sadece bana ait zamanlar çalardım, zamanlarımdan. Yapmıyorum artık, yapamıyorum. Onun yerine eve dönüş zamanları yaratmaya çalışıyorum. Ve bu aralar bu dönüşlere ne kadar sıklıkla ihtiyaç duyduğuma şaşırıyorum. Bir şeyler ters gidiyor ya da bir şeyler yüzeye çıkıyor.

Ne diyelim Allah hayra çıkarsın, ben şimdi "eve döndüm, geleceğim."



2 yorum:

Işın dedi ki...

Çalışırken ben de aynen böyle yapardım. Yılda 1-2 günümü İstanbul'a ayırırdım. Deli gibi gezerdim. Çok da iyi gelirdi. Üstelik benim evde kaçacağım kimsem de yoktu. Artık çalışmıyorum. Hala haftada 3-4 gün İstanbul'un altını üstüne getiriyorum. Ama hiç fazla gelmiyor. Masa başında oturmaktan o kadar sıkılmışım ki. Ne kadar yanlış bir hayat yaşadığımı 20 yıl sonra farkettim. Ama yapacak da bir şey yoktu pek. Bir tutkun. öne çıkan bir yeteneğin yoksa klasik işleri yapıyorsun işte. Keşke başka meslek seçseydim, şöyle şöyle yapsaydım bile diyemiyorum.

Bence kesinlikle bir gün ayırmalısın kendine. Ve keşke ev işleri için biraz daha sık yardım alma şansın olsa. Çocukla birlikte bu yükler çok ağır.

Nil dedi ki...

Gerçekten çok az insan istediği hayatı yaşıyor oysa ben hayatı yanlış yaşayan taraftayım maalesef.