9 Mart 2016 Çarşamba

Vicdanın sesi radyosu

Bazı günler Arca ile anlaşmak imkansız oluyor. Defalarca yapmaması konusunda uyarmış olduğumuz bir şeyi inadına gibi yapabiliyor. Bazen de ben müthiş gergin ve sabırsız oluyorum ve herkes gibi Arca da bana sürekli batıyor. Geçenlerde bir cumartesi ateşlendi ve evden çıkmamaya karar verdik. Meğer ben bu cüceyi kurs kapılarında beklemekten hoşnutmuşum. Eh yani kim kitap okuyup kahve içmek istemez? Kim kendi ile baş başa kalmak istemez?

O gün onunla evde tıkılı kalma psikolojisinden nefret ettim. Bir de üstüne “birlikte zaman geçirelim” demez mi? Çocuk sanki sülaleme küfretmiş gibi bir başladım bağırmaya: “ben senin arkadaşın mıyım? Benim canım oynamak filan istemiyor”, “bıktım, yoruldum, sıkıldım, beni rahat bırakın” bunlar hatırladıklarım. Bir de kim bilir hatırlamadığım neler var. Kendimi tuvalete kapattım ve Arca’nın beni merak etmesine yetecek bir süre orada kaldım.

Sonra ağlamaktan gözlerim şiş halde çıktım. Üzerimdeki iğrenç pijamaları çıkardım. Sanki eve misafir gelecekmiş gibi daha düzgün bir üst ve eşofman altı giydim, lenslerimi takıp saçlarımı düzelttim. Ve Arca’yı karşıma alıp konuştum, büyük insan gibi: “Bütün hafta çalışıyorum, sonra ev işleri, sonra sıkıntılar, yorgunluklar… Kendime ait çok küçük zamanlara ihtiyacım var. Kahve içmek, okumak ya da yürüyüş falan yapmak istiyorum.”

“Benimle vakit geçirmek istemiyor musun?” dudak bükülü, gözler buğulu…

“Seninle vakit geçirmek istiyorum ama ne yapacağımı bilmiyorum. Futbol oynamayı sevmiyorum, sırf sen seviyorsun diye oynamaktan sıkılıyorum. Futbolcu kartlarından hoşlanmıyorum, o adamları tanımıyorum, tanımak da istemiyorum. Ipad oynamayı sevmiyorum. Eskiden seninle lego yapardık, puzzle yapardık, hafıza kartı ya da kutu oyunu oynardık, şimdi sen bunların hiçbirinden hoşlanmıyorsun, ben de senin oyunlarını sevmiyorum. Başka oyun da bilmiyorum!”

Evet gerçekten durumumuz bu. Küçük bir çocukken iki minderden dünyalar yaratan ben kendi çocuğumu eğleyemiyorum. Aslında eğlemek istemiyorum. Artık Arca büyüdü, kendi başına oyun oynamalı, bana ihtiyaç duymadan. Birlikte iş yapmayı seviyorum, mutfakta totomun dibinde olmasını, birlikte çamaşır asmayı, ben yerleri temizlerken onun toz almasını veya birlikte gezmeyi, yürüyüş yapmayı seviyorum ama oyun zevklerimiz bakımından ayrı dünyaların insanlarıyız.  

O konuşmayı yaptıktan hemen sonra, burnumuzu çektik sarıldık birbirimize ve sonra çok ilginç bir şey oldu. Arca bir oyun yarattı. Kendince bir düzenek kurdu. Lego, Jenga kutularından ve okyanus suyu sprey şişesinden. Sonra eline bir top aldı ve kutuların üzerindeki topu ya da kapağın arkasında kalan şişeyi devirmece oyunuydu bu. Hepsinin puanı vardı, sırayla atış yapıyor en yüksek puanı toplamaya çalışıyorduk. İsteksizce başladım. Sonra iyice müdahil oldum, düzenekte ufak değişikliklerle oyunu geliştirmeye yardım ettim. Hatta çok eğlendim! Evet gerçekten eğlendim ve zamanın nasıl geçtiğini anlamadım, bir baktım bir buçuk saat oynamışız. Yemek yapmadım o öğlen, çikolata kahve ve süt ile geçiştirdik öğleni. Arca bu umursamazlığım karşısında o kadar şaşırdı ki, günlerce önüne gelene öğle yemeğimizi anlattı, sanki anlattıkça daha da gerçek olacakmış gibi… (Bir daha rüyanda görürsün öyle yemeği:P)

O gün tepkilerimle ve her sözcüğümle sorun tepeden tırnağa bendim. Bilmeme rağmen duramadım, saçmaladığımın farkındaydım ama bağırmayı da bırakamadım. Benim için oldukça ilginç bir deneyimdi. Bir yerlerde bir iç ses, “fazla tepki veriyorsun bir sakinleş” diyor, bir başka iç ses “yeter ulan şiştim cümlenizden” diye anırıyordu. Kişilik bozukluğu mu var bende? Belki de…

Kendimi böyle durumlarda Arca’nın yerine koymaya çalışıyorum, kolay olmuyor ama deniyorum. Ve fark ettim ki, ben çocuk olsam, bağırıp çağırmak değil de kafamın okşanması ve yüzüme gülümsenmesi hoşuma giderdi. Yani ne söylediğinden ziyade nasıl söylediğin… Bunu yapmaya çalışıyorum artık. Herhangi bir şey söylediğinde gülümsemek… İşe yarıyor sanki. Sanki o zaman benimle iki çift laf etmek yetiyor, illa uzun saatler oyun oynayalım diye diretmiyor. Galiba istediği bir içten gülümseme, bir de ilgi. Çok da bir şey değil yani:)
Her çocuğun annesinden istediği şeyler…

Vicdanın sesi radyosunu dinlediniz esen kalın.







8 yorum:

Oyun Farkı dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Adsız dedi ki...

Benzer şeyleri ben de kızımla yaşıyorum Yelizcim...Dün akşam ona gerizekalı, senden nefret ediyorum dediğimi hatırlıyorum en son...Ben tek başına bir anneyim, eski kocası tarafından hiçbir şekilde aranıp sorulmayan...Kızımın babası kendine yeni bir hayat kurdu ve boşandıktan sonra bir kez olsun çocuğu aramadı ve sormadı...Bu durum benim içimi çok acıtıyor. Bir taratan da kızımın babasına benzer davranışları da beni çıldırtıyor. Vaktiyle babasına da çok emek verdim ve geldiğimiz nokta malum. Aynı tokadı ileride kızımdan da yiyeceğim korkusu var bende sanırım... ve bir de yorgunluk...maddi,manevi yorgunluk. Allah hepimizin yardımcısı olsun valla bacım:)
(Bu sefer adımı yazmayıp anonim takılayım)

Unknown dedi ki...

Ahh, Yeliz'im.. Ne güzel anlatmışsın, oyuncu anne olmak zorunda değiliz ki. Ben de Ada'nın babasıyla kufurmacalı oyunlarını kodlanmıyor değilim ama ben yapınca olmuyor çok yapay duruyor, hatta bunu kendi de fark etmiş, sen babam gibi yapamıyorsun diyor. Evet o baban, bende annen:)
Gayet iyi toparlamışsınız sonrasında.
Ayrıca kişilik bölünmesi falan yok, insanlık var;)

sessiz balik dedi ki...

Yedi yaşında bir başka yercücesinin annesi olarak yayınınıza bağlanıyorum ; ben de oğlumu tek çocuk olarak büyütüyorum ama bir abisi olsa fena olmazmış gibime geliyor. Kardeşi değil de abisi ; doğanın kanunu yeniden yazılabilir mi

ahu dedi ki...

yelisss ;) sen çok çok iyi bir annesin...

okuyanguzel dedi ki...

ahhhh aahhhh.. Pazartesi akşamı ben de bağırıp çağırdım çocuğuma. Sorunun kaynağı kesinlikle bendim ve senin gibi güzelce toparlayamadım da.. Sabah olunca dün akşam seni kırdım değil mi dedim. Evet çok "kaba" davrandın bana dedi. Özür diledim ama onum ifadesi yaptıklarımın yanında masum kaldı bence.

Evet Yelizcim çok yoruluyoruz ve çok hırpalanıyoruz bu anlamsız hayat karmaşasında. Evet kendi kendine oyun oynamalı diyorum ben de ama biz küçükken her zaman etrafımızda çocuklar olurdu(kardeşler, kuzenler, komşu çocukları..). Ve biz hiç anne babalarımız ile oynamak istemezdik. Bazn ben de bir kardeşi olsaydı böyle olmazdı derken yakalıyorum kendimi çünkü kardeşi olan çocuklar bir şekilde oyalanıyorlar birbirleriyle..

Ve ben senin yazını okuyunca nasıl bir şekilde rahatlıyorsam sen de kendini yalnız hissetme. Ne yazık ki yapıyoruz.(bir de baba yanımızda değil biliyorsun. O kadar zorlanıyorum ki bazen...)

Yine iyi ki bu yazıların var. Belki inanmazsın ama bana o kadar iyi gekiyor ki bu yazıların. Çok kocaman öpüyorum seni.

CEREN dedi ki...

Bir 7 yaş erkek çocuğu annesi olarak ben de aynı şeyleri yaşıyorum,yalnız olmadığımı bilmek iyi geldi sanırım..Daha dün akşam yaşadık bunun benzerini,illa benimle Ipad'de dövüş oyunları oynamak istiyor,oynamak istemiyorum,hatta onun oynamasını da istemiyorum,anlattım anlamadı,bi daha anlattım surat yaptı,ben de bağırdım bu sefer,sonrası vicdan azabı :( Bu ne yaman çelişki böyle yaa ..

Adsız dedi ki...

Merhaba sevgili Yeliz,
İnan çocuğun yaşı bir şey fakettirmiyor..7 ya da 17 ya da 27 bir şekilde anne ile iletişim kurmak istiyor özellikle erkek çocuklar..Ve hepimiz benzer şeyler yapıyoruz yorgunluktan. zamansızlıktan...Kendini kötü hissetme çünkü sen çok iyi bir annesin bence..
Sevgiler..
Zeynepp