30 Kasım 2015 Pazartesi

Kasım

Sevgili İstanbullu arkadaşlarım, allah gani gani kolaylık versin sizlere. Bir daha "İzmirde trafik" gibi bir laf edecek olursam allah benim belamı versin! Abicim o ne öyle yav! Siz nerde yaşıyorsunuz!
Sabah her şey lokum gibiydi, neden çünkü, ofise metro ile tahmin edilebilir bir saatte geldim. Öğleye kadar toplantı vardı. Toplantı sırasında yağmur başladı. Çinli arkadaş, Gürcistana gidecekmiş hem de önce taksimdeki oteline uğrayıp oradan da Sabiha Gökçene geçecekmiş. Tabii ki kendisini uçak saatinden yaklaşık beş saat önce uğurlamak icap etti. Ben de biraz geç kaldım ama komisyon toplantısına yetişirim, dedim yemekten sonra taksiye atladım. Saat iki, güzel kardeşim, ne işiniz var yollarda? Bok mu var evinizde oturun! O Nispetiye caddesine varasıya kadar, yaşlı taksi şoförüyle ne dualar ettik bir bilsen, neredeyse erecektik. ‘Allah yolumuzu açık etsin’le başladık. Seçtiğimizin güzergahın boş olmasına, kaza veya allah muhafaza arızalı araba olmamasına … daha nelere nelere… En son “hayırlı işler bol kazançlar” temenni ettim bir süre de tabanvay gittim. Neyse yetiştim toplantıya. Yoğun bir gündem fakat çok da makul bir saatte toplantı bitti. Yani daha beş bile değil saat. Yağmur bastırmış, şemsiyem neyim yok zaten, ama şansım var ki bir taksici abi durdu. Yan kapıda Çarşı logosu, hmmm süper dedim atladım. Havaalanı dedim, bir yutkundu ama bir şey demedi. Sohbeti ilerlettiğimizde yani yaklaşık bir saat sonra “abla yağmur yağıyor diye kıyamadım indiremedim ama vallahi bu saatte buraya girmem aslında” diyecekti. Neyse…

Beni havaalanına bıraktığında, artık neredeyse akraba olmuştuk, o bana abla, ben ona abi…. Yaklaşık iki saat süren bir yol arkadaşlığı… Tabii ki, sohbet edeceğiz. İlkokul mevzunu Urfalı bir abiydi, 22 sene önce gelmiş İstanbula şivesine kurban, nasıl da tatlı dilli. İyi bir facebook kullanıcısı, Gezi olayları takipçisi, ilkokul çağındaki çocuğunun Gezi olayları sırasında sorduğu sorulardan sorgulamalarından çok etkilenmiş, nesil iyi diyor, iyi olacak diyor. Yurtdışı politikalarımıza hakim, tarım politikalarımızdan hoşnut değil, verimli Urfa toprağını ektirmiyorlarmış, neden? Aklı ermemiş ama o toprak öyle kalır mıymış? Petrol, bor madeni, üçüncü köprü nerden bahsetsen muhabbeti var. Hep bu face’ten öğrendim diyor. Sosyal medya gücü işte. Gazete almıyorlar ama sosyal medyadan takip ediyorlar. E5’ten kaçıp TEM’den devam ettik ve iki saatte ancak varabildik, hani biraz daha geç çıksan uçak kaçar.

Kendimi havaalanına attığıma şükürler ederken, kalabalık bir grupla kapılardaki güvenlikten geçiyoruz. Ben ötmeye kılım. O yüzden kemerime kadar çoktan çıkarıp çantama koymuş olurum. Soracaklarını bildiğimden bilgisayarı bile çantadaysa çıkarırım. Hatta şimdi İstanbulda çizme çıkarttırıyorlar, mümkün mertebe ayakkabı giyiyorum. Neyse önümden geçen kadın öttü ve güvenlik görevlisi tarafından dedektörle kontrol edildi. Sonradan farkına vardığım aralarındaki diyalog ben olayı anlayasıya yüksek sesle tartışmaya dönmüştü.

Kadın: Hayır efendim, bize paltonuzla geçebilirsiniz dediler.
Güvenlik görevlisi: Kaşe paltolar kalın oluyor, onları çıkarmanızı istiyoruz. Daha ince pardesü ile geçebilirsiniz.
Kadın: Aaa havaalanına geliyorum diye açılacak değilim!
Güvenlik görevlisi: Açılın demiyoruz, uygun giyinin paltoyu çıkarmanıza gerek kalmasın diyoruz.
Kadın: BEN NE İSTERSEM ONU GİYERİM BURASI ÖZGÜR BİR ÜLKE!

Ağzım açık kaldım. O gün bir defa daha anladım ki, bu ülke baş örtüsü ve kadının kapanması konusunda ÖZGÜR bir ülke ama gazetecilerin işlerini yapması için ÖZGÜR bir ülke değil. 

Kasım'da neler yaptım neler ettim ne öğrendim diye uzun uzun yazacaktım. Öğrendiğim bu işte! Daha ne olsun! 

Not: Herkese geçmiş olsun dilekleri için teşekkürler, Arca daha iyi. Beni deliler gibi korkuttuğu ne ilk ne de son olacak biliyorum, allah dermansız dert vermesin:)

14 yorum:

jaleceanne dedi ki...

Ömür törpüsü diyoruz o yollara biz :((( Alışıyor muyuz ne acaba yaşaya yaşaya. Aslında ben İstanbul trafiğine şöyle bir çözüm buldum. Saatli yaşayıp belli saatler belli yerlere asla gitmeyerek.

parıldayan çiçek dedi ki...

İşiniz zor. Ankara trafiğinde en uzak mesafe bile yarım saat tabii mesai saatleri dışında. Elden geldiğince çıkmamaya çalışıyoruz. Havaalanı 45 dakika. istanbul'da yaşamak zor. Ömür yollarda geçiyor.

Duygu dedi ki...

Bu kadar değildi ama Yeliz, İstanbul'da trafik en kötü döneminde bu kadar değildi. Trafik saatleri olurdu, trafiği her daim yoğun yerler olurdu, tamam. Ama son birkaç senedir hergün, her saat ve heryerde trafik var desem inan bana abartmış olmam, isyanlardayım.
Geçen yaz sonu ucuz uçak biletine aldanıp, hadi 2 günlüğüne kaçalım madem dedik ve ilk kez Sabiha Gökçen'den bindik uçağa. Yaptığımız şeyin anlamsızlığının farkında olarak (Beylikdüzü-Sabiha Gökçen) 10.50 uçağı için, sabah 6.30'da çıktık yola. Yani trafik henüz başlamamış olmalıydı, köprüye kadar rahat giderdik, sonra da işte tıngır mıngır. Biraz erken çıkıyorduk ama olsundu, oturur kahvaltı ederdik sakin sakin. Sonuç: Uçağı kaçırdık.
Sonra inat ettik gidicez diye, bir sonraki uçağa bilet aldık. Sonucun sonucu: Ucuz bilet bize baya bi pahalıya patladı:)
Yok gidicem buralardan. İzmir'e gelicem bende. Ama şehire de değil. Urla'ya, Foça'ya, küçük bir yere, küçücük. Yapabilir miyim acep?

pelin dedi ki...

ya aklıma geldi..eskiden kardeşim kıbrısta yaşardı. havaalanına bırakırdım onu giderken ve ben eve gidene kadar o kıbrıstaki evine çoktaaan varmış olurdu :)

Unknown dedi ki...

Çok geçmiş olsun
haftasonu Arca hasta idi şimdi iyi mi

hastalıksız, doktorsuz, ilaçsız bir çocuk mümkün ama bunu bilin.

Ne kendimiz ne çocuklar ilaç, antibiyotik, ateşdüşürücü , öksürük şurubu, hastane, doktor kullanmıyoruz.
Hasta olmuyoruz pek. Olsak da ayakta hafif şekilde geçiriyoruz 1-2 gün o kadar
Çocukların genelinde yaşanan tüm enfeksiyon durumlarını sarımsak, soğan, zencefil, limon, çörekotu, bal, ev yapımı kefir ile düzenli zamanlarda ve çeşitli şekillerde kullanarak başedebilirsiniz.
Hem doktor yüzü görmüyoruz, rutin yaşamımız (iş, kreş, ev) aksamıyor, yıpranmıyoruz, paramızı da hastanelere gömmemiş oluyoruz. En önemlisi çocuklarımız travma yaşamıyor, doktor elinde perişan olmalarına seyirci kalmayı baştan önlüyoruz

Oğlum kreşe başlayalı 3 ay oldu, arkadaşlarımın yaşadığı kreş sendromunu yaşamadım şimdiye kadar.
Çocuklar ilk zamanlar ayın 2 haftası kreşe gidiyor sonraki 2 hafta ise gidemiyorlar hastalıklardan ve antibiyotiklerden dolayı genelde. Aynı döngü ilk yıl değişik şekillerde devam ediyor
İlaçların vücudu nasıl yıkıp hastalıkların nasıl kısır sarmal hale getirdiğini süreklileştirdiğini görmek lazım, ileride yapacağı etkileri de (kanser, sindirim boşaltım sistemlerinde yetmezlik…)
Hastalanacaklardır elbette önümüz kış ancak ayakta ve ilaçsız olacak kadar hafif geçireceklerine inanıyoruz, şimdiye kadar olduğu gibi


Bunları öğrenmeden önce biz de çok çektik, araştırma hastanelerinde
“büyük çözümler büyük kaoslardan doğar” değil mi ama?


Yaşadıklarımız kaderimizden ibaret olmamalı
Bu hayatta yaşadıklarımızın alternatifi olmalı , daha iyisi olmalı
DEĞİŞMELİ , kendimizden başlayarak, eşle çocukla bu hayatta bize sunulanların sadece „sunu“ olduğu „mutlak“ doğru olmadığı düşünme-sorgulama-seçme-hayır deme hakkımız olmalı

Maalesef kendi şansımızı biraz da kendi elimizle yok ediyoruz

Hele bir de her şekilde minik yavrularımızın direkt hayatına etki edenin önce biz (anneler, babalar) olduğunu düşündükçe aslında „düşünme-sorgulama-seçme-hayır deme hakkımız“ aslında hak değil ebeveyn olmanın getirdiği en temel sorumluluk oluyor

Çalışan 3 ve 5 yaşında iki çocuğu olan „sorumlu“ bir anneyim (her konuda evet ama bu konuda kesinlikle alçak gönüllü olamam)

Eğer ilgilenirseniz ,
Sarımsak, soğan, zencefil, limon, çörekotu, bal, ev yapımı kefirden oluşan günlük rutinimizi yani çocukların deyişiyle “iksir” düzenimizi sizinle ayrıntılı paylaşırım
Hastalıkları ilaçları doktorları hayatınızdan defedersiniz bizim gibi

Işın dedi ki...

İstanbul ilginç bir şehir Yeliz, 22 yıldır hemen hemen hiç trafik problemim olmadan çok mutlu yaşıyorum burada. Hem de çok farklı semtlerde çalıştım ve şehrin her yerinde gezmekten hoşlanıyorum. O yüzden bu konuda hep söyleyecek çok sözüm oluyor. Mesela bugün 10 saat kadar dışarıdaydım ve yine trafiksiz mükemmel bir gündü benim için. Sırrı ne mi ? Kesinlikle araba kullanmamak, ciddi dozda yürümek, ki insan için doğal olan bu bence, her türlü toplu taşımayı en etkili şekilde, burun kıvırmadan kullanmak. Ve tabii ki planlamak, ne Zaman nereye gidileceğini bilmek.Şehir dışında oturanlara, toplu taşımaya ulaşamayanlara hak veriyorum elbette ama benim gibi merkezde yaşayanlara asla. Halkımız arabasına aşık ve yıllar içinde öğrendim ki, rahat bir toplu taşımaya ulaşabilenler bile kesinlikle tercih etmiyor. Arka sokağa arabayla giden komşularım var. Çoğu bindiğim otobüs boş boş gidiyor. Son 10 yıldır sürekli yeni toplu taşıma seçenekleri sunuluyor. Metro bile o kadar yen ki düşününce. Sonuçta en büyük sorun tabii ki buradaki nüfus ama insanlar biraz da kendilerine bakmalı. Ben artık kesinlikle anladım ki arabada sürünmeyi tercih ediyor herkes. Müzik dinliyoruz falan diyorlar. Vapura bile binmeyen öyle çok arkadaşım var ki. Vapur dünyanın en büyük keyfidir yahu. Vapura binmeyeceksen bu şehirde ne işin var zaten ?
Neyse konu uzun, ben çok doluyum.
Çok geçmiş olsun sana, bir daha ki gelişlerin trafiksiz olsun inşallah,






Unknown dedi ki...

Ben de istiyorum ondan! :) Türkçe meali, ben de öğrenmek isterim rutininizi eğer sakıncası yok ise :) Çörekotu dışındakiler düzenli tükettiklerimizden ama rutin deyince farklı bir düzenekten bahsediyorsunuz gibi geldi, merak ettim.

Unknown dedi ki...

Bağışıklığımızı güçlendirerek serbest radikallere karşı savaşan ve sağlıklı bir yaşamı destekleyen askerlerimiz (çocukların deyişiyle "iksir") ve görevleri şu şekilde:

Sarımsak: Haftanın 5 günü günde 1 defa yarım diş veriyorum. Havanda ezip bir kaşık yoğurt yardımıyla (çok da karıştırmadan) veriyorum
Soğan+bal: Haftanın 2 günü günde 1 defa veriyorum. Rendeledikten sonra çıkan suyu bal ile karıştırıp yaklaşık bir yemek kaşığı olacak şekilde bekletmeden veriyorum
Zencefil tozu+Çörekotu: Hergün günde 1 defa yarım çaykaşığı çörekotunu havanda ezip bekletmeden yarım çay kaşığı zencefil tozu+bal ile karıştırıp yaklaşık bir yemek kaşığı olacak şekilde veriyorum
Limon: Hergün günde 1 defa yarım çay bardağı limon sıktıktan hemen sonra veriyorum
Kefir/Yoğurt: Mayaladığım kefir veya yoğurttan hergün 1 su bardağı veriyorum.
Ve;
Benim çocuklar biri 3 & biri 5 yaşında. Şu anda kullandığım ölçüler yaklaşık herbiri için bu şekilde. Büyüğüne büyük olduğundan ve kreşe gittiğinden bazen küçüğünden kısıp verdiğimiz oluyor herikisi için aynı anda hazırladığımızda. Siz alıştırmak ve gözlemek açısından başlangıçta daha az yada daha seyrek verebilirsiniz. Aksi halde yemek istemiyor veya yedikten sonra kusuyorlar. Tüm bunları karınları tokken vermeyi tercih ediyoruz ve yanında mutlaka bir bardak su hazır.

Bu arada sürdürülebilir olması için yani rutinleşmesi için en az sizin kadar eşiniz veya evde kim varsa inanması ve destek vermesi gerekir.
Bazen bir veya birkaçını aksattığımız oluyor. Ancak sürekli değil tabiki. Kışın soğuk havalarda aksatmamaya çalışıyoruz.

Ve;

Sarımsak konusunda: Büyükse yarım diş küçükse bir diş sarımsak veriyorum. Ezdikten sonra 4-10 dk. içerisinde vermek gerekiyor çünkü sarımsağın etken maddesi allicin o şekilde ortaya çıkıyor. İthal olanları değil yerli özellikle Taşköprü sarımsağı tercihimiz, bulabilirsek.

Soğan konusunda: İçi beyaz soğanlardan alıyorum, kalın ve koyu kabukluları tercih ediyorum. Rendelikten sonra bazı soğanlar az su salıyor, çatal ile ezdiğim de oluyor. Tüm üst solunum yolu enfeksiyonlarında özellikle kışın balgamlı öksürüklerde çok etkili. Böyle bir durumda günde 2 defa veriyorum, birinci ve ikinci gün balgamı öksürerek çıkarıyorlar, ciğerlerine inmeden ve sonra öksürük de bitiyor zaten. Ayrıca orta kulak ilthabı ve ağrısı yaşayan küçüğüme soğan ve sarımsak suyu damlattım, ağrısı çabucak bitti, ikinci günse tamamen. Yine ilaçsız yine doktorsuz. İlgilenirseniz ayrıca yazarım.

Çörekotu konusunda: Temiz, iri, canlı siyah olanları tercih ediyorum. Vermeden hemen önce havanda ezip bekletmeden zencefil+bal ile karıştırıp veriyorum. Sert olduğundan ezip öyle yedirmek gerekiyor bu tohumu.

Bal konusunda: Evde organik bal yoksa yerine keçiboynuzu pekmezini veriyoruz.

Limon konusunda: Limonu vermeden saatler önce buzdolabından çıkartırsanız suyunu daha iyi salıyor ılıkken.
Bugün bağışıklığımızı güçlendirip bedenimizi temizleyen herşeyin ileride yaşın ilerlemesinden kaynaklı sıkıntılardan ve kanserden bizi koruyacağına inanıyoruz.O nedenle ben ve eşim de düzenli olarak farklı şekillerde tüketiyoruz bunları. Çünkü alınan fazla fazla ilaçlardan dolayı yeni nesilde böbrek, karaciğer problemleri ve kanserde artış olacağı tahmin ediliyor.
Dur diyoruz: Hastalıklı kalitesiz bir hayata, hastanelerde bi dünya harcanan zamana ve paraya.

Unknown dedi ki...

İyi ki İzmir'desin Yeliz...İstanbul'un yaşanılacak hiçbir pozitif yanı ve manevi/duygusal keyfi kalmadı artık maalesef...her anı çile...kalabalık keşmekeş insanı içinden çıkılmaz bir kimyaya sokuyor...insanlar saygısız..patlamaya hazır birer bomba gibi..artan göç..yapılan birsürü inşaat plaza ve avmler...nereden bakarsan bak herşey elinde kalıyor...Allah isteyen herkesi kurtarsın biran önce buradan ziraa gün geçtikçe batıyor artık bu manzara/ortam gözüne...trafiğin yanısıra,bankalar kuyruk, avm girişleri kuyruk, hertürlü gişeler kuyruk, kasalar kuyruk,hastaneler kuyruk, ayol boğaza bir kahvaltıya gideyim de istersen üçgün önceden randevu al yine de kuyruk bekliyorsun neymiş masalar boşalsın da otur diye, birde boğazmış,günbatımıymış,haliçmi bıdı bıdı böyle amerikanvari ağızla güzel göstermeye çalışan yada "seviyorum yeee" diye konuşan elit kesim yokmu ifrit oluyorum doğrusu, kardeşim neyse ne, dayatmayla zorbayla keyifmi olurmuş,bunun neresi keyf bırak allasen amaan çok doluyum be Yeliz kaçıp gideceğiz Allahtan hayırlısıyla 2016 hepimizin mutlu mesut biryerde yaşadığı güzel bir yıl olur umarım inşallah ;)

Unknown dedi ki...

Elinize sağlık. Ayrıntılı yazdığınız için ayrıca teşekkür ederim, gayet açık anlatmışsınız.

Unknown dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Unknown dedi ki...

Ne demek zevkle yazdım sözkonusu çocuklarsa bu tür deneyimlerin paylaşılması gerektiğinden yanayım. Siz de yazarsanız sevinirim.
Bu arada ben de çocuklarıma ineksütü veya herhangi bir hayvanın sütünü vermeyenlerdenim. Kişi başına 2 bardağa çıkardık günlük kefir tüketimini. Böyle iyiyiz.

Unknown dedi ki...

Merhaba, geç yanıt için kusura bakmayın. (Yeliz sen de kusura bakma duvarını işgal ediyorum:))

Kefiri çok düzenli yapmıyordum, bu ara ben de sıklaştırdım. Sarımsağı makarna sosu, çorba falan pek çok yemekte kullanıyoruz. Düzenli olmasa da taze de tüketiyoruz. Bizim oğlan ergen boy :) dolayısıyla kendimiz nasıl tüketirsek ona da o miktarda veriyoruz.

Zencefil bal ve limondan bir çeşit kış çayı yapıyorum. Taze zencefil limon ince ince doğranıp kavanoza konuyor, üstü geçene kadar bal dolduruluyor. Buzdolabında bir gece bekleyince hepsinin özü birbirine karışıyor. Hem suyundan hem tanesinden bardağa koyup üstüne sıcak su (kaynar değil) ekliyoruz, çay gibi içip taneleri yiyoruz. Buzdolabında bir ay dayanıyor ama asla o kadar dayanmadı şimdiye kadar, hemen tüketiyoruz :)

Zencefil, zerdeçal, kekik, nane, kimyon, tane karabiber baharat olarak yemeklere koyuyoruz tadına uyumuna göre. Kahvaltıda da yumurtanın üstüne falan güzel oluyor.

Öksürük durumunda birer çay kaşığı toz zencefil ve balı karıştırıp yiyoruz. Böyleyken böyle.

Hayvan sütü kullanmadığınızı söylemişsiniz. Kefiri nasıl yapıyorsunuz?

Unknown dedi ki...

Tekrar merhabalar
Sütçümüzden aldığımız sütle kefir mayalıyoruz.
sevgiler