30 Ekim 2015 Cuma

Kitap yorumu: Bir Dönem İki Kadın

Bazı akşamlar Arca’ya kitap okurken uyuyakalıyorum. Vücut bazen tempoya ayak uyduramıyor. Sabaha kadar uyusam sorun değil, beni birkaç gün idare eder, ama bazen uyanıveriyorum. Hadi tuvalete gideyim, hadi kapıya torba asayım, sabah Mehmet abi ekmek süt getiriversin, derken uykum kaçıyor. İşte o sakat!
Bir dönem iki kadın

Yine bir gün uykum kaçmışken kitap okuyayım bari dedim. Pavese’nin “Yalnız Kadınlar Arasında” romanına o gün başlamıştım ama kitabı bir türlü bulamadım. Araya kitap sokacaksan ya öykü, ya deneme olacak ki, bulduğunda diğerine devam edebilesin. Kitaplığı karıştırırken “Bir dönem iki kadın”a rastladım. Bir sayfa bir sayfa daha derken uykum iyice kaçtı ama kitaba da hayran kaldım. Hani öyle araya al, biraz oku, bırak sonra tekrar alırsın eline tarzı bir kitap değil. Ben elimden bırakamadım ki, tekrar elime alayım…


Oya Baydar ve Melek Ulagay babamın kuşağından iki aydın. 68 kuşağını, 70’lerdki olayları ve 80 darbesini yani bizim kuşağın hiç bilmediği, bize hiç de öğretilmeyen yakın tarihimizi önce genç, sonra anne, eş, hayat mücadelesinde kadınlar olarak yaşamışlar. Karşılıklı oturmuş, konuşuyorlar, sen de dinliyorsun. Öyle iyi anlatıyorlar ki, kendini o yılların içinde hissediyorsun. Çok cesur, çok güçlü kadınlar. İkisine de ayrı ayrı hayran kaldım. Yaşadıklarının ardından küllerinden doğmalarına, çalışmayı üretmeyi asla bırakmamalarına, bu yaşlarında hala adanmışlıklarına hayran kaldım.

Biri işkence görmüş, sürgünde on iki yıl yaşamış, diğeri Beyrutta Filistin kamplarına kadar kaçmış… Onlarınki macera arayışı değil, onlarınki insanlara eşitlik, barış, adalet getirme arzusu. Çok hataları olmuş, hem kendilerinin hem çevrelerinin, anlatıyorlar, eleştiriyorlar ama ellerinden geleni yapmaya çalışmışlar. Zor hayatlar, üstelik bu kader değil seçim. Zaten onları benim gözümde yücelten de bu. İstanbulun en iyi okullarından mezun olup küçük burjuvalar olarak bilmem kimin karısı Melek… ile Oya… şeklinde tanıyabilirdik onları, ama onlar bunu seçmemişler. Onlar kaderlerini kendileri yazmışlar. İyisiyle kötüsüyle…

Kitaptan çok şey öğrendim, iyi ki yazmışlar. Ama kişisel olarak öğrendiğim bir şey var ki; bahsetmeden geçemeyeceğim. Oya Baydar, lise yıllarında roman yazıyor hatta Hürriyette tefrika olarak yayınlanıyor ve hatta neredeyse okuldan atılma noktasına geliyor bu roman yüzünden… Ama bu yazarlık aşkını millet, sosyalizm tantanasının içinde hep bir kenara atıyor, belki kırk yıl ilişmiyor edebiyata ve bir gün Berlin duvarının yıkılmasından sonra yazmaya başlıyor. Anladığım kadarıyla Berlin duvarının yıkılması onun için de bir kırılma noktası. O güne kadar savaşını verdiği tüm düşünceler, o duvarın altında kalıyor. Nasıl bir duygu kim bilir? Yazmak benim için terapiydi diyor ve o yaştan sonra, aldığı pek çok ödülden sonra edebiyat çevrelerince dikkate alınıyor. Kendine bir okur kitlesi ediniyor ve o artık bir yazar… Öğrendim ki, hiçbir şey için geç değil… Ve diyor ki, yaptığı onlarca iş arasında roman yazmak ona en iyi gelen iş olmuş, gülümsedim…



Hiç yorum yok: