8 Ocak 2014 Çarşamba

Daha

Hakan Günday'ın okuduğum ilk kitabı son kitabı yani "daha".

Oldukça gerçek dışı bir hikaye oldukça gerçekçi anlatılıyor hem de bizzat kahramanın kendisi tarafından. Fena halde dağıtan bölümler var özellikle çocuk tecavüzü. Etkilenmemek mümkün değil. Ama açık konuşmak gerekirse beni en etkileyen kısım dünyanın en güzel kızı kısmıydı. 


Kötüler kötü mü doğar yoksa kötü olmaları beklendiği için mi bu yola girerler? 
Bu kısım aynı zamanda en çok akılda kalan kısım zira yazar da pek çok defalar bu bölümü hatırlatıyor. Kırılma noktası kanımca. 

Bir de Türkiye, demokrasi, insanlık hakkında dokundurduklarını sevdim. Depo demokrasisi övgüyü hakkediyor. Çok sağlam! Kaza sonrası detaylar... Delirme... Tam da olması gerektiği gibi! Taşlar yerli yerinde bitirdim kitabı. Bir "daha" Hakan Günday okur muyum? Kesinlikle ! Geç bile kalmışım. On sene önce okumaya başlamalıymışım, daha da çok severmişim.

Ha unutmadan asıl sağlam bölüm kırılma noktası depodakilerin sırf cesaretle karşı çıktığı için o gruptan biri olmadığı için o adamı linç etmesiydi. Bir gruba mensupsan tek ruh tek ses gibi hareket etmen bekleniyor. Böylesi kolay, rahat. Yükü paylaşıyorsun yükünü hafifletiyorsun. Her suçta böyle bu. İster kelimelerinle dilinle konuşarak ister tekmeyle yumrukla öldürerek... Bu gruptan olmayanı dışlamak tek düşmana karşı birlik olmak. İnsanın doğası böyle. Dışarıda kalanın vay haline. 





Birkaç alıntı ile bitirelim...

“Doğu ile Batı arasındaki fark, Türkiye’dir. Hangisinden hangisini çıkarınca geriye Türkiye kalır, bilmiyorum ama aralarındaki mesafe Türkiye kadar, ondan eminim. Ve biz orada yaşıyorduk. Her gün politikacıların televizyonlara çıkıp jeopolitik öneminden söz ettiği bir ülkede. Önceleri çözemezdim ne anlama geldiğini. Meğer jeopolitik önem, içi kapkaranlık ve farları fal taşı gibi otobüslerin, sırf yol üstünde diye, gecenin ortasında mola verdiği kırık dökük bir binanın ada ve parsel numaralarıyla yapılan çıkar hesapları demekmiş. 1.565 km uzunluğunda koca bir Boğaz Köprüsü anlamına geliyormuş. Ülkede yaşayanların boğazlarının içinden geçen dev bir köprü. Çıplak ayağı Doğu’da, ayakkabılı olanı Batı’da ve üzerinden yasadışı ne varsa geçip giden, yaşlı bir köprü. Kursağımızdan geçiyordu hepsi. Özellikle de, kaçak denilen insanlar… Elimizden geleni yapıyorduk... Boğazımıza takılmasınlar diye. Yutkunup 
gönderiyorduk hepsini. Nereye gideceklerse oraya… Sınırdan sınıra ticaret… Duvardan duvara…”

"Türkiye doğusundaki aynaya bakınca şişman olduğunu batısındaki aynaya bakınca da kemiklerinin sayıldığını düşünen üstüne giydiği hiçbir şeyi kendine yakıştıramayan bulimik ve depresif bir genç kızdı."

"Gerçek demokrasi... Liderler yalan söyleyerek yönettiğini sanıyor halk uyduğu bütün kanunlar kendi iyiliği için konduğuna inanıyor, ülkedeki yek yayın organı olan radyonun spikeri de her şeyi görüyor ama deli taklidi yapıyordu!"



Hiç yorum yok: