17 Aralık 2013 Salı

Bratislava

Bir şeyin olacağı varsa oluyor. Nitekim onca aksiliğe ve aceleye rağmen Bratislava’ya sorunsuz gittim, inanılır gibi değildi. Vize çıkmasını bir kenara bırak, uçuşlarımı son anda değiştirmem, aktarma havalimanının Atatürk değil de Sabiha Gökçen olması bile işlerin tıkırında gitmesine yetti. Tüm evren ve ilahi güçlerin tamamı güçlerini birleştirmişti, o eğitim o insanlara verilecekti.

Gerçi bunu önceden idrak edip de eğitim notlarımı çok evvelden hazırlayaydım iyiydi, motor takmış gibi çalışmak zorunda kalmazdım. Sanırım son ana kadar yırtacağımdan emindim.  Uçuşuma 24 saat kala vize durumunu kontrol ettiğimde 15:30’a kadar bekleyin, sonra biletinizi iptal edin tavsiyesi almıştım. Hatta acenteye ve Slovakya’dakilere birer bilgilendirme mail yazarak “hay Allah çıkmadı” dedim, tam “gönder” tuşuna basacağım, hop sms geldi, saat 15:30!
Hayda! Eğitimin fazla uzun sürmemesini talep eden mail ise hemen akabinde geldi ve ben o kadar işin arasında dönüşümü bir akşam önceye almaya bile vakit yaratabildim. Ofisten çıktığımda kar yağıyordu (evet İzmir’deJ ) ve saat neredeyse 16:30 olmuştu. Koştur koştur, pasaportu aldım. Dalgamı geçmiştim ama gerçekten pasaportun üzerinde VIP notu düşülmüş bir post-it vardı.
Hava o kadar soğuktu ki, eve dönerken Fevzipaşa bulvarından bir bere aldım. Evet benim berem filan yok en son 15 sene önce almıştım, İstanbuldayken. Saçlarım o kadar kabarık ki, bereden daha iyi bir ısı yalıtımı sağlıyor. Neyse yolunuz düşerse Fevzipaşa bulvarında sadece bere atkı eldiven satan bir dükkan var, kocaman ve kendi üretimlerini satıyorlar. Murat Boz beresi diye bir model varmış, şöyle arkası düşüklerden hah ondan aldım. Soğuk memlekete gidiyoruz, donmayalım.
Kafamda sıcacık beremle eve döndüm. Arca’ya biraz bahsetmiştim ama pek hazırladığım söylenemez. Kendimi bile hazırlamamışım onu mu hazırlayacağım! Neyse başladım anlatmaya, işte uçağa bineceğim, sonra Avusturya’ya gideceğim…
“Orda ne dili konuşuyorlar annem?”
“Almanca”
 “sen gidince almanca mı konuşacaksın?”
“hayır ben Almanca bilmiyorum, İngilizce konuşacağım”
Kocaman açtı gözlerini ve heyecanlandığında hep yaptığı gibi odanın içinde tur atarak konuşmaya başladı.
“dur bak şimdi ben sana Almanca öğreteyim… Das Blaue Auto, Das baby, Der grünen baum… tamam mı annem Almanca konuşurlarsa böyle dersin.”
 “tamam annecim çok teşekkür ederim.”
 “Bir de ona da kadar say eins, zwei, drei….”
Eyvallah!
Neyse… Sabah çıktım, havalimanına gittim, İstanbul kar kıyamet, hemen bütün uçuşlar iptal. Bir bizimki “on time!”. Allahtan diyeceğim çünkü artık gidiyorum, sefilliğin lüzumu yok. Uçuş geçiş transfer derken öğleden sonra bizim Slovakya ofisindeydim. Toplantıdan sonra Old town dedikleri yere gittik. Christmas ruhu gelmiş çöreklenmiş şehre. Bir meydan, birkaç tarihi güzel bina. Ortada bir buz pateni pisti ve etrafında panayır dükkanları. Güzel yani…  de turistik gezi değil ki, ailen sevdiğin insanlar olsa yanında tadını çıkarsan. Ya da en azından bir iş arkadaşın olsa… İşte seni gezdiren adam da kibarlığından yapıyor, yemek yiyeceğiz ve seni otele postalayıp evine gidecek. Ama o davet etmese, sen daveti kabul etmesen ayıp olur. Allahtan pek çok ortak noktamız vardı da kırk saatte servis edilen yemeği beklerken sıkılmadık. Ve sunumumu bitirememiş olma bahanesi de şahane oldu, kahve bile içmeden şehir merkezini terk ettik. Manyak lan millet, benim dötüm donuyor, bunlar bütün akşam meydanda laylaylom. Sıcak şarapları votkaları içiyorlar tabii.

Şimdiye kadar pek çok defa sunum yaptım, yüzde doksanı da İngilizce sunum, hemen her ülkeden insanın katıldığı toplantılarda... Öyle sahne korkum filan yoktur, baktım sıçıyorum, en tatlı ve masum gülümsememi takınırım, kıvırırım, espri filan patlatırım, hop olur biter. Ama bu defaki fena zira bu defaki eğitim. Ne anlarım ben eğitim vermekten? Öyle aman aman bir mühendisliğim filan da yok, yani biri teknik bir soru sorsa bırak kıvırmayı oryantale bağlasam sökmez. Allahtan katılımcıların hiçbirinin klimadan anladığı yoktu, orada soğutma çevrimi yerine Muhteşem Yüzyıl’ın son bölümünü anlatsam bile olurdu. Hatta daha iyi olurdu, zira bizim diziler oralarda (Slovakya, Sırbistan… vs) pek meşhurmuş, hatta sanatçılarımızın özel hayatlarına kadar her şeyi biliyorlardı. Suluman diyorlar daha da demiyorlar. Bir Şehrazat. O ikisinin gerçekte karı koca olduklarını bildiklerini, ülkelerini ziyaret ettiklerinde nasıl kıyamet koptuğunu, her şeyi anlattılar. Hürremin tükenmişlik sendromunu bile biliyorlar. Ben çocuğu olacak diye ayrıldı sanıyordum. Yeni bölümlerde neler olduğunu sordu Sırp katılımcı, kanımca bir dış üniteye kaç iç ünite bağlanacağından daha ilginçti. Allah kahretsin ki bilmiyorum! Bilsem sunuma birkaç yeni bölüm görseli ekler biraz da magazin haberi okur gelirdim. Ah İlker ah İlker birkaç dizi edinelim dedim, biraz takip edelim dedim, ama yok! Yok abicim, “ay ben dizi filan izlemiyorum hep belgesel” demenin bir cazibesi bir entelektüelliği filan kalmamış, Avrupa’nın göbeğine git Suluman buluyor seni.
Uzun lafın kısası bir şekilde bitti. Benim için ilginç bir challenge oldu. Bir arkadaşım aslında Gülçince’nin Gülçin’i rutin işimden şikayet postlarımdan birine “challenge ihtiyacı var sende”, diye yorum yapmıştı, bense “yok anam benden geçti, pek yaşlandım ben gayri” diye cevap vermiştim. Yanılmışım, haklıymış. Evet anamdan emdiğim süt burnumdan geldi, evet acayip de tırstım ve belki çok da içime sinmedi, belki çok da başarılı değildi ama neticede bir challenge idi. “Meydan okuma” diye tercüme edebilme yetim var, İngilizce sözcük kullanma meraklısı değilim ama bence “meydan okuma”,  “challenge” tesiri vermiyor cümle içinde, öyle işte…
Çok şey öğrendim… Freeshop’ta insanların kozmetikte inanılmaz kazıklandığını (İlkere almak istediğim parfümü üçte bir fiyatına hepsiburada.com’dan buldum evet freeshop’ın üçte bir fiyatına!) ayrıca Avrupa freeshoplarında içkilerin çok çok daha ucuz olduğunu ve artık Türkiye’de sadece tek şişe içki alınabildiğini… Vallahi son derece yararlı bilgiler. Ne öğrenecektim, Slovakya’nın kaç senedir EU üyesi olduğunu mu? Peh!
Bir de iphone’um çalındı diye yaygarayı koparır havalimanını birbirine katarsanız, güvenliktekiler size bir güzellik yapıp çantalarınızı X-ray’den tekrar geçirip tespit ediyor, tam yerini gösteriyorlar. Yani tabii kös kös salona dönüp pis bakışların gölgesinde telefonu tıkıştırdığınız yerden çıkarıyorsunuz ama hey yorgunuz yani!

3 yorum:

buraliolmayan dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Gulcin dedi ki...

Sicak sarabi iceceksin ama Yelizcim yoksa olmaz durulmaz sokakta :)
Cok sevindim iyi gecmesine. Bana da oyle bir challange lazim iste. Hayirlisi :) Oyle bir silkelenmek iyi geliyor arada. Baska bir yer baska insanlar. e yemek ye biraz da alisveris :) bence is gezilerinde alisveris parasi da versinler :))

Bu arada iphonea koptum :))) ben de aynisini kesin yaparim yorgunuz ya napalim :)

laleninbahcesi dedi ki...

bak o iphonea işini ben de kesin yapardım:))

Bir de Aslanım Arcam, ne güzel Almanca konuşuyor öyle:)