29 Kasım 2013 Cuma

Ümit kötülüklerin en kötüsüdür çünkü işkenceyi uzatır.

Bu aralar…
Yorgunum ve uykum var. Bir an enerjinin zirvesindeyim, bir bakmışsın sürünüyor bedenim. Öyle bir hal. İstanbul seyahatlerinin üst üste tesadüf etmesidir belki kimbilir.

Dünkü toplantı Ortaköy’deydi. Geçen defa taksi parası fena koyduğundan (ben ödemiyor olabilirim ama yuh artık yav) bu defa toplu taşıma önerileri aldım arkadaşlardan. Metrobüs dediler, boş olur dediler. Yediler mi lan beni! Mesafeliydim, haklıymışım. Öğle vakti ayakta seyahat ettim yav, ne iş? Üstelik boş bekleyeceğim diye en az üç tanesini es geçmiştim. Leş gibi terlemişim, toplantıda kimse yanıma oturmaz diye önce bir AVM’ye girdim. Her geldiğimde bir yenisini görüyorum, gecekondu gibiler. Neyse Trump mı neymiş. Gireyim bir triko neyim alayım dedim önce ama sonra geç kalırım diye trikodan vazgeçtim, yok canım hiç cimrilik olur mu:P
D&R Kids diye bir şey açılmış, heyecan yaptım. İnsan D&R kids diye bir tabela yaptırmaya utanır be, peh! Bir IKEA Mammut masa etrafında üç beş tane tabure. Ha bir de diğer tarafa Şimşek Mcqueenli puflar. Al sana çocuk kitapçısı. Te allam! Dostlar alışverişte görsün. O kadarı bizim kıçı kırık Remzi kitabevinde de var, en azından Kids diye tabela koymuyorlar.
Neyse hayal kırıklığımı da yanıma aldım çıktım.
Bir parfümeriye girdim, parfümden de zerre anlamam hatta son bir senedir bir doz kullanmışlığım yok. Gözüme şişesi şık görünen bir tanesini kestirdim, saklandım rafın arkasına, fıs fıs da fıs fıs… Bir koku bulutu ile dükkanı terk ettim. Allah kahretsin bir de ağırmış koku, içim bayıldı yeminle! Sonra taksiyle Ortaköy’e geçtik. Trafik konusuna hiç girmeyecektim ama yok gireceğim. Yav öğlen saati, arkadaş alt tarafı üç damla yağmur yağdı, sen ne yaptın yav! 
Bir de soğuk şerefsiz dötüm dondu. Tam İstanbul’dan kaçtığım için iki göbecik atacaktım ki, toplantı salonuna geçtim. Abicim sen n’aptın be ya? Boğaza nazır nefis bir manzara. Ben bizim fakültenin ve dolayısıyla yurdun boğaz manzarası güzel derdim, yok bu başka. Çalışmazsın orada, yani İzmir’de olsa o manzara, her akşamüzeri içersin şerefsizim siroz olursun! Allahın dağında yaşayıp çalışıp da İstanbul’da yaşıyorum diyene acıdım bir defa daha. Yazık lan! Bu manzara elinin altında gözünün önünde olmayacaksa İstanbul’da yaşıyorum deme, kapat dükkanı git. Bak biz öyle yaptık, şimdi körfeze nazır içiyoruz rakımızı, her an elimizin altında.
Bu aralar demişken…  güzel filmler izleyip, güzel müzikler dinleyip güzel kitaplar okuyasım var. Filmden yana zorlanmıyorum da müzik dedin mi mallaşıyorum, sahi var mı şöyle “vay be” dedirtecek öneriler?
Kitap desen elimde nefis bir roman var bu aralar. Büyücü. İyi gidiyor ama yorum yapmak için henüz erken. Üstelik kitabın neredeyse dörtte birini bitirdim ama hala aklımda Nietzche Ağladığında kitabından bölümler var. O defteri kapatamadım hala. İşaretlediğim yüzlerce satırın üzerinden tek tek geçmeden de Niçe bitti, tamamdır diyemeyeceğim.
Yıllarca yıllarca önce okumadığıma o kadar hayıflanıyorum ki. Bir şeyler için gecikmiş hissi doğurdu her satırı. Hay kafama!
Bak mesela o koca bıyıklı Niçe diyor ki…
Ümit kötülüklerin en kötüsüdür çünkü işkenceyi uzatır.
Ümit sadece oyalamak değil mi? Uzatmak, kaçınılmaz sonu ertelemek. Olacağı varsa olur, yoksa olmaz. Aradaki o ümit bulutunun yumuşak ama güçsüz kollarında geçirilen günlerin ne önemi var?
Geçenlerde bir haberi beklerken kendime ne kadar işkence ettiğimi fark ettim. Sahi aç telefonu, olumsuz bir cevap olursa tamam bitti, ağda bandını çeker gibi cırt! Ama yok, açmadım telefonu ve ümit etmeye devam ettim. Ümit kötü bir şey. Ümit edip de olmadığındaki hüsran, ümit etmeden olan bir şey karşısındaki sevinçle karşılaştırıldığında o kadar büyük ki…
Dün toplantıdan önce, şimdi kendi şirketinin sahibi olan eski bir iş arkadaşımı ziyarete gittim. Epey lafladık. Adama özendim (abicim ben de bütün eski iş arkadaşlarıma özeniyorum:P) Neden dersen, üzerindeki durağanlığı atmış ve yeni bir şeyler yaratmanın hazzıyla dirilmiş. Beraber çalışırken de işini iyi yapan birisiydi, belki de en iyilerinden biri ama yılların verdiği bir atalet vardı üzerinde, bir sıkışmışlık. Zaten kendisi de söyledi, iyi gelmiş bu değişiklik. Herkesin bir değişime ihtiyacı var.
Hayatının bir döneminde bir yol ayrımına geliyorsun.
Bazıları daha şanslı ki yol ayrımını görebiliyor, bazıları yol ayrımının yanından geçip gidiyor.
Yol ayrımının yanından geçip gittiğinin farkına varmak mı kötü, yoksa hiç farkına varmadan başrol sırasının sana geleceğini ümit etmek mi? Galiba ümit etmek… Keşke sıranın hiç bize gelmeyeceğini bilebilsek, ümit denen kötülüğü yenmiş olurduk.

3 yorum:

Gulcin dedi ki...

hizlerime tercuman. bu ara ayni hisler icindeyim. ustelik kocaman bir degisimi yasamisken. bu mu benim degisimim diyorum, degismden umitlenmek kotu diyorum. cunku benim degisimim degil belki de bu takip ettigim bir sey mi sadece. bilmiyorum zor be yeliz. ama o ataleti atmak istiyorum ustumden, benim yol ayrimlarimi kacirmamis olmayi umit ediyorum. umit ettikce de yoruluyorum. oyle iste... bu ara ben mabel matiz dinliyorum sevdim. bir bak istersen. operim ...

Adsız dedi ki...

Bu aralar bana iyi gelen tek sey 90lar karisik dinlemek. Dinlerken ilk bakismalar, tatiller, derdin dibindeymis gibi aglayarak dinlediklerini simdi gulumseyerek dinliyorum hosuma gidiyo. Bide eskisinden iyi olmasada (ki hakettigimi ve bekledigimi itiraf ediyorum) bi silkinmek iyi geliyor deniyorum en azindan.. ama belkide ilk defa sana katilmiyorum umit etmesem yasayamazdim 5 yildir samimiyetle soyluyorum 1buyuk votka sisesinde bogulurdum mercan..

Adsız dedi ki...

"Yol ayrımının yanından geçip gittiğinin farkına varmak mı kötü, yoksa hiç farkına varmadan başrol sırasının sana geleceğini ümit etmek mi?" ben geçip gittiğimin fazlaca farkındayım artık ümidim bile yok, sadece arada sırada kurduğum hayallerim var :(