13 Eylül 2013 Cuma

Topuklu ayakkabılı Raif Efendi

--- yazıyı mümkünse Lisa Ekdahl'ın "I don't mind" isimli eseri fonda çalarken okuyalım bacım ki tadı çıksın. Hadi hep beraber "I don't mind I don't mind ... How could I mind? ..." ---
Bundan böyle topuklu ayakkabı giyenin taaaaa!Bütün gün ayakta duracağın belli, senin neyine topuklu ayakkabı giymek?
Herkes bu iş hayatında mış gibi yapıyor ve ben onları seyrederken çok eğleniyorum. Yüksek kademedekiler önemli insanlarmış gibi yapıyor, orta kademedekiler müşterileriyle arım balım peteğim ilişkisindeymiş, daha alt kademedekiler ise hiç olmadıkları halde olayın bir parçasıymış gibi yapıyorlar.
Ben?
Bana uzun zamandır görmediğim tanıdıklarım, “neler yapıyorsun” diye soruyor,  “aynı işte” diyorum. Baktım “eh aynı işte n’olsun…” diye omuz silkince acır halde “aa hadi yaaa hep aynı ha?” diye tepki vermeye başladılar, yeni bir üslup takındım, “devam devam koşturmaca” diyorum. Ulen salak bütün gün masa başında nereye koşturuyorsun deseler, hadi onu bırak ayağındaki topuklulara şöyle imalı bir bakıverseler cevabın yok ama dünyayı kurtarırmışçasına “devam devam koşturmaca”. En azından acımıyorlar. Bakma benim de o eğlendiğim arkadaşlarımdan farkım yok ben de dünyayı kurtarıyormuş gibi yapıyorum. Dünyayı kurtaran kadın! O topuklularla çişim gelse tuvalete koşamam, altıma etmekten kendimi kurtaramam ama olsun “devam devam koşturmaca”.
Ben böyle organizasyonların en çok grupta herhangi bir şey konuşulurken ettiğim bir lafa dönüp şaşkın gözlerle “vay sen neler biliyorsun bakayım öyle, gel gel derin(!) kişiliğinle sohbetimize katıl” tavrını seviyorum. Bahsettiklerinden senin yaptığın işten ibaret olmadığını idrak ettikleri o anın ifadesi var ya, paha biçilemez! İşin komik tarafı Clark Kent gibi kişilik bölünmesi filan yaşamıyorum. Sadece insanlar sen onların gözüne bir şey sokmadığın sürece seni tanıma zahmetine katlanmıyorlar, hepsi bu. Galiba ben de anlatma zahmetine katlanmıyorum. Ha bir de şu içimden gelen yardımcı olma güdüsünü olduğu gibi kabul etsem ve biri bana, sırf iyilik olsun diye yaptığım bir yardım için asistan geyiği çevirdiğinde gülüp geçebilsem ama sahiden geçebilsem tam bir Raif Efendi olacağım.

İlk okuduğumda Raif Efendi’den kendimde izler bulduğumu söyleyince, “hadi canım” diye düşünen çok oldu. Ama öyle. Tamam benim geçmişimde hazin bir aşk hikayesi yok, bunun yanı sıra eve koşa koşa gitmemin sebebi bir yer cücesi ve onun babası olacak muhterem var. Beni Raif Efendi’ye yaklaştıran insanlar hakkındaki gözlemleri ve umarsızlığı. “Adam sen de!” deyiverişi. Her şeyi ciddiyetle yapar görünüşü amma ve lakin aslında hiçbir şeyi ciddiye almayışı. Seni ezebileceklerini düşünenlerin aslında eziğin allahı olduğunu fark ettiğinde hissettiğin tatmin. Okuyan onu bir sallamak ne bileyim bir ümüğünü sıkmak ister, ben Raif Efendi ile karşılaşsam “yalnız değilsin abicim” derim sadece. Ha bir ne halt etmeye o kadın sana “nereye çağırırsan gelirim, ne zaman çağırırsan gelirim” diye açık çek sunduğunda kolundan tutup çekmedin derim. O ki iskarpininin üzerinden görünen çorapsız ayağıyla tüm varlığını titrettiren kadın, o ki sonunda “inanmaya” başlattığın kadın, o ki … Derim ama desem ne olacak? O zaten kendi içinde kim bilir kaç defa sarf etmiştir bu cümleleri. Peki ya o beni şöyle bir sarssa ve ne halt etmeye …. diye başlayıp benim keşkelerimi bir bir yüzüme vursa ben ne ederim?   
Demem o ki Kürk Mantolu Madonna’yı hala okumadıysanız okuyun abicim. Okuduysanız bir defa daha okuyun. Kelimelerin zarafetine şapka çıkarın, cümlelerin yalınlığı hayrete düşürsün sizi, 1940’larda yazılmasına rağmen günümüze ait tespitlerinin yerindeliği ve romanın zamansızlığı karşısında saygıyla önünüzü iliklemezseniz şerefsizim! Bir de mutlaka sekiz on kadınla birlikte tartışın bu kitabı, kahkahalar alıntılara karışsın, paragraflar arası bir “ahhhh ah!” çekin. Unutmadan “bir defa daha okunacaklar” listesine alın kitabı, zira her defasında ayrı bir tat bırakacak damağınızda.
Ama siz, siz olun, sakın bütün gün ayakta dikileceğiniz organizasyonlara yeni topuklu ayakkabılarınızla gitmeyin abicim, ağzıma edildi vallahi!

7 yorum:

Sessizce dedi ki...

Hayata dair olan tespitlerini seviyorum..
Sanırım birçoğumuzun içinde biraz Raif efendilik var..

Gokyuzu99 dedi ki...

"Peki ya o beni şöyle bir sarssa ve ne halt etmeye …. diye başlayıp benim keşkelerimi bir bir yüzüme vursa ben ne ederim?" demişsin ya... Bunu bizim kitap kulübünde sorsaydın, oradan sabaha kadar çıkamazdık herhalde... :)

Sıla Topçam dedi ki...

Şarkıya bayıldım bu arada. Keşkelerimizi yüzümüze vuracak kişiler pek de ortada yoklar ya da biz onlara o fırsatı vermiyoruz. Başkasına şöyle yapsaydı demek kolay hele de roman karakteri olunca ama işte o karakter tam da bam telimize basınca kaçamıyouz keşkeleri düşünmekten.

yeliz dedi ki...

bence de:) aslında belki de o yüzden raif efendiye gıcık oluyoruz.

yeliz dedi ki...

baharcım oralara gireceğimiz özel bir seans mı yapsak? terapi gibi ya da toplu intihar öncesi ayin gibi puhahaha:) güzel akşamdı ama di mi:)

yeliz dedi ki...

sıla kadının şarkıları süper! Özellikle Vem vet şarkısını da dinle, bir de Give me that slow knowing smile. Bayılacaksın.

iştemutluluk dedi ki...

Kitabı okumaya dün başladım.Gerçekten insan davranışlarına veya davranışa dönüşememiş düşüncelerine ait tahliller süper.Tavsiye için teşekkürler.