27 Ocak 2008 Pazar

Yaşasın Facebook!!!

İtiraf etmeliyim, son günlerde bana genç gösterdiğimi ima eden herhangi bir davranış beni acayip mutlu ediyor. Oysa küçükken yaşımın küçük göstermesine inanılmaz bozulurdum da babamın “bodur tavuk her zaman piliçtir” lafıyla teselli bulurdum. Yaş 30’a yaklaştıkça insanda “yaşlanıyor muyum” sinyalleri çalmaya başlıyor. Ve bir gün kent kartınızı uzattığınızda gişedeki kadın “öğrenci mi?” diye sorduğunda yada en az 10 yıl görüşmediğiniz birileri üst üste birkaç defa “HİÇ DEĞİŞMEMİŞSİN!!!” dediğinde, kocaman bir gülümseme kaplıyor yüzünü ve o gün önüne gelene anlatıyorsun çok önemli bir hadiseymiş gibi. Halbuki ben hala kendimi genç hissetmekle övünür, genç olduğumu düşünür(d)üm. Meğer yaşlanmak, işte böyle birilerinin genç göstermenizi övmesine sevinmekmiş.

Tabii sadece o da değil, kırışıklık kremlerinden bahsetmek, lisedekilerle toplanıp da 15 sene öncesinin muhabbetlerini yapmak, çocuğu olanlara artık şaşırmamak da yaşlanmaya başlamanın belirtileri...

Lisedekiler demişken, facebook denen ulvi teknolojik vesile ile bulduk birbirimizi seneler sonra... O zamanlar yok tabii öyle cep telefonu, e-mail adresi... hepimiz farklı şehirlere okumaya gittik, hayatın içinde kaybolduk. Benim için hala görüştüğüm deniz ve zeynep dışında kimseler kalmamıştı izmirden, özel türkten...

Facebook için son birkaç aydır köşe yazıları, haberler, radyo televizyonda söyleşiler aldı başını gidiyor. Herkesin söyleyeceği bir şeyleri var bu site hakkında, benim de birkaç kelam etmem kaçınılmaz oldu.

Kimi bunun sanal alemdeki diğer arkadaşlık siteleriyle bir tutuyor, kimi “ya ne gerek var, benim hayatımdan bile isteye çıkardığım insanlarla tekrar görüşmeye hiç ihtiyacım yok” diyor, kimi kaptırmış sanal bahçe akvaryum yapmış, kimi ne kadar arkadaş o kadar bonus misali önüne geleni eklemiş listesine, hatta tanımadıklarına bile “friend request” gönderiyor, vesaire vesaire...

Elbette ki amacına göre faydası göreceli, ben kendi payıma ortaokul ve liseden izini kaybettiğim arkadaşlarımdan haberdar olmanın tadını çıkarıyorum. Ortaokuldan Rana ve Gizemle buluştuk, görüşmeye devam, cumartesi öğle yemeği yedik yine Gizemle, mekanımız Reci’s. Hatta ilkokuldan İstemihan da son yarım saatine katıldı, birlikte kahve içtik. Çok eskilere gittik, birbirimizin saçını çektiğimiz, yakalamaç oynadığımız günlere… Üç saat nasıl geçti anlamadım.

Bu arada lisedekilerle fasıl gecesinde ve de kahvaltıda toplandık. Kendimize facebook’ta bir grup kurduk, haberleşiyoruz. Kızlar kendi aramızda toplanmanın planlarını yaptık. Belli mi olur belki bu toplantılar, annelerimizin günleri gibi yıllar sürer.

Ama işte o kadar... yani yok vampirmiş, yok akvaryummuş, yok rakı sofrasıymış, beni öyle sanal muhabbetler açmıyor. İlker’in facebook hevesi kaçtı gibi gibi... Benimki dostların fotoğraflarına bakıp lisedekilerle kurduğumuz grubun muhabbetlerine takılmakla sınırlı. Bugün yarın o da geçer elbet.

Ama ne oldu? Yıllarca görmediğim insanların hayatlarının bir parçası oluyorum ve onlar da benimkinin. İşte sırf bu yüzden ben kendi hesabıma “yaşasın facebook” diyorum, diğerlerini bilemem!

Hah bu resimdeki arkadaş da Mark Zuckerberg, facebook yaratıcısı velet!! Kendisi pek tabii zengin bir şahsiyet olmuş bizlerin sayesinde, biz de onun sayesinde arkadaşlarımıza kavuştuk, türk filmi tadında:)

Hiç yorum yok: