18 Mart 2024 Pazartesi

Yaşlandığını nasıl anlarsın vol.10

 Evde bulunmama müsaade edilen tek yerdeyim, odamdan bildiriyorum. Neymiş,ben salona ya da mutfağa gidince Galatasaray gol yiyormuş. Bir su alayım yok, gelme! Peki işte attılar beni evin öte tarafına. 

Evin öte tarafında ütü yapıp, Kızılcık şerbeti batağında debelendim bir süre, sonra aldım klavyeyi elime. 


Birkaç gündür Duru bizde. Bu Duru başka, yani ablamın kızı olan 22’lik değil, uzaktan eltim Zeynep’in 17‘lik Duru’su. Bir gün mesaj attı bana, vizem var, birkaç günlüğüne geleyim dedi, bayıldım. Atladı geldi, hatta geldiği gün ben Milano’daydım iş için. Paris’e günübirlik gidebilir miyim sence demişti, “iş için defalarca gittim gidilir ne var” dedim, ayarlamış biletini bir de Paris’i gördü, Antwerp’ten sonra. Seneye sınava girecek, mimar olmak istiyor, Teknik üniversite istiyor, yapar mı yapar. Cumartesi Arca’nın maçı vardı biz bütün günü kız kıza geçirdik, şahaneydi. Baktım baktım, bizim oğlan iki seneye bu mertebeye gelir mi dedim, hmm belki on iki seneye o da inşallah. 



Duru’yla birlikte altı senedir yaşadığım şehre yeniden turist gözüyle baktım, fena değil aslında, keyifli şehir. Duvar resimlerini, her an bir yerlerden çıkan ufak tefek sürprizlerini, parklarını, kozmopolitliğini, ve bundan sebep gelen herkese açık oluşunu seviyorum. 


Neyse bu arada maçı yendik, benim arka odaya atılmam sayesinde yenmişiz. İyi bari işe yaradı. 


Maçtan sonra İlker akşam yemeğini hazırlarken Arca’yla Duru da Arca’nın Fransızca ödevi için yemek tarifi video çekimi yaptılar. Müthiş eğlendiler. Eski fotoğraflarını buldum çıkardım. Nasıl da gözümüzün önünde büyüdüler, nasıl da kocaman bireyler oldular…. Zalimsin zaman. Onlar büyüdükçe bizim yaşlanmamız peki? Ona ne demeli… 


Yaşlanmak deyince aklıma geldi. Geçen Milano’ya fuar gezmek için gittim. Günde on beş binden fazla adım atınca dengem bozuldu, resmen perte çıktım. Yaşlanma farkındalıklarında daha da kötüsü varmış, otel odasının büyüteçli aynasında gördüm, bir süre kendime gelemedim. Kim bilir kaç zamandır orada olduğunu bile fark etmediğim çene kılı! Evet! Çıktığına mı yanarsın, çıktığını görmediğime mi? Her şekilde sebep aynı yaşlanıyorum! Bu korkunç tecrübeyi derhal İlker’e bildirdim. “Kıllanıyorum ve bunu görmüyorum!” “E tamam işte yaşlanıyorsun” Sağ ol be tertip! Senin nüfus cüzdanın daha yeni sanki. 


Yok yok benim kafalar değişti bacım kardeşim. Ben artık kırk beşi geçtim, kabullenmenin eşiğindeyim. Mesajım net; yaşlanıyorum evet, ama huzurlu, keyifli neşeli yaşlanalım. Bunun için de tabii ki sağlık önşartı var. Ki geçen hafta bağırsaklarımın ağrısından öyle çektim ki, neredeyse doktora gidecektim. Gitmem lazım zaten, korkumdan ne kan testi yaptırıyorum, ne de kontrole gidiyorum. Tüm hafta içi sırt bel ağrıları çektim. Hani sürekliliği de yok, olsa soluğu doktorda alacağım. Ara sıra yokluyor, gidiyor. 


Benim kafalar değişince blog da yaşlı emekli bloguna döndü. Elimize doğanların yetişkinliğe adım atışlarını anlatıyorum, götüm başım ağrıyor diye şikayet ediyorum, nasıl bir batağa savrulduğunuzun farkında mısınız? Aman kaçın kurtarın kendinizi. 


10 Mart 2024 Pazar

Manolyalar, kamelyalar, bahar dalları vesaire

 İçim sıkılıyordu, dün akşam üzerine kadar üzerimdeki depresif hali atmak mümkün olmadı, ne uyumak kar etti, ne yazmak… Ancak akşam üzeri İlker aradı, güzel bir konuşma yaptık, ilişkiler üzerine, şanslı olduğumuz hakkında ve birbirimizi çok özlediğimizden bahsettiğimiz… 

Yürürken karşıma çıkanlar vol.1847741819

Bir bira açtım, bir haftadır kafamı gömdüğüm dizi batağından bir bölüm daha devirdim, içimdeki sıkıntıları hayra yormayı telkin ettim kendime, yemeğin üzerine bir demlik çay içtim, sayfalarca kitap okudum ve papatya çayımı müteakip uyumuşum. 


Sabaha içimde güzel bir enerjiyle uyandım. Biraz sırtım ağrıyordu, yoga yaptım, biraz karnım ağrıyordu bir sıcak su içiverdim, meditasyon yaparken… Bugün çok iş yapmaya niyetliydim, madem dünü depresyona ve Arca’ya şoförlüğe kurban etmiştik, yarınlar yokmuşçasına iş yapacaktım hatta rapor hazırlamakla yediğim cuma günümün kalan işlerini de bitirebilirdim, bir bilgisayar açmaya bakardı. Bunları yazmıştım sabah sayfalarıma. Hatta birilerinden alamadığı eski bir alacağına üzülen kocam için de para ne ki ya zaten zengin filan olmayacağımızın farkındayım ki, o para da eksik kalıversin yazmıştım. 





Derken işten arkadaşımın doğumgünü olduğunu hatırladım, tam elime telefonu aldım, İlkerin keyifsiz sesi. Bir başka para mevzusu. Olmasa iyiymiş de olmuş işte ne yapalım. Ama onu öyle üzgün duymak benim de bütün keyfimi kaçırdı. Giden paradan ziyade, kaçan keyiflere takıyorum ben. 


Üstüne bir bardak su içtim de, için soğumadı. Üstüne üç çeşit yemek pişirdim, menemene ekmeği şamandıra daldım da geçmedi. Dellendim, banyoların temizliğine girdim, girmek ne kelime paraladım, para etmedi. Attım kendimi sokağa. Günün tek şansı güneş açmasıydı, güneş kremi sürmüştüm işe yarayacaktı, ne mutlu! Hayat bana büyük maddi mucizelerle gelmiyorsan, küçük avuntularla gel ki, dayanmak kolaylaşsın. 


Bir saatten fazla yürüdüm, manolyaların, kamelyaların fotoğraflarını çektim, kulağımdaki kitapta kısır gömüyorlardı, canım çekti, eve geldim, kinoa haşladım. Kısır yapacağım ya, gaz mı yapsın bulgur kinoayla yapacağım tabii…


Bazı küçük denk gelişlerle mutlu olan, böyle bir mutlu olma haline de hala şaşıran saf salak bir yapım var. Şöyle ki, sabahın bulaşıklarını dizdiğim bulaşık makinasıyla, aylardır temizlik yüzü görmeyen banyo paspaslarını tıktığım çamaşır makinası ve hatta kısırı yaparken karıverdiğim kekin pişmesi yok dur arttırıyorum, kısır soğusun diye beklerken yapıvereyim dediğim ütülerin bitmesi aynı dakikalara denk geldi. 


Sokağa çıkınca güneşin yüzünü göstermesi gibi tatlı bir gülümseme kapladı yüzümü. 


Kısırı gömdüm. Üzerime tüm günün yorgunluğu çöktü, halbuki ben sunumumu bitirecektim, hay allah, bir yarım saat kestirmişim. Uyandığımda yağmur başlamış, hava serinlemişti, Arca ise yan kanepede maç izliyordu. Kekimin yanına bitki çayı yaptım. Annem sarma gönderiyormuş, yarının yemeği çıktığına göre sabah pişirdiğim barbunya ve bamyayı yiyelim bari başka yemekle uğraşmayalım, diye karar verdik, iç sesim ve kendim. 




2 Mart 2024 Cumartesi

Kayıtlara geçsin

 Tütsümü yaktım, çayımı koydum, televizyonu kapattım. Bugünü kayıtlara geçirmek için geldim.


Başarı, mutluluk gibi günümüzde hedeflere konan olgulara uzun süre kafa yordum. İşin içinden çıkamadığım, ikilemde kaldığım zamanlar oldu, kafamda bir yere oturtmak zaman aldı, ama oldu. Artık benim için başarı da mutluluk da net. 


Yapabileceğinin en iyisini yapıyorsan ve sonuçta tatmin olduğunu hissediyorsan, başarılısındır. 


Huzurunu ve neşeni, hiçbir şeyin kaçırmasına izin vermiyorsan, dengeni muhafaza edebiliyorsan mutlusundur.


Mutluluğun formülü çok açık ama sen ben ve bebek değil tabii ki. Denge. 


Bir toplantıdan diğerine sürüklendiğin, aralarda birileri seninle konuşmak isterken çişini yapmayı unuttuğunu fark ettiğin günlerde denge kurmak her zaman kolay olmuyor. Böyle zamanlar için evden çalışma opsiyonu süper bir icat! Neredeyse pandemiye şükredeceğim. 


Sabah yedide işbaşı yapmayı da sağlıyor, çamaşırları yıkamanı da, hatta öğle tatilinde zeytinyağlı taze fasulye pişirmeyi de. Laf aramızda pek güzel yaparım, hem de bizim ayşekadın fasulyesi bile değil, Fas’tan çalı fasulye peh!


Neyse sabah yedide işbaşı yapınca, girmeme gerek olmayan toplantıları atlayıp tüm hafta yoğunlaşamadığım işlerime vakit ayırınca, hem az önce saydığım tüm ev işlerini hallettim hem de üç buçukta dükkanı pardon bilgisayarı kapatıp kendimi dışarı attım. 


Önce internetten aldığım pantolonu iade etmek için postaneye uğradım. Bayılıyorum Brüksellilerin Flamanca konuşamamasına. Gişedeki kız, mahçup oldu, Flamanca konuşamıyorum filan diye kıvrandı, hemen ingilizceye döndük, canıma minnet. 


Sonra atladım tramvaya merkeze indim. İşlerimi, yarın Arca’nın maçından sonra da halledebilirdim ama neden cumartesi günümü koştur koştur iş halletmeye vakfedeyim ki?


Kuafördeyken içip çok beğendiğim, - hatta Zeynep’e (Tea Pot) o karışımdan numune gönderecektim de yap bunu iyi satar dediydim - çayın dükkanı açılmış merkeze, çocuk gibi sevindim. Hemen bir paket aldım, bir an evvel eve dönüp çayı içmeyi hayal ettiğime şaşırdım. Harbiden bu nasıl bir naifliktir? 


Tramvaya binmeden hemen önce alıp bez çantaya attığım taze çekilmiş kahveler, paketin üzerinden mis gibi koktu, tramvayı kokuttu. Eve geldiğimde Zeynep’in kızı Duru’dan mesajlar vardı, bize geleceği tarihle ilgili yazıştık, çayı bulmuştum, Duru geldiğinde annesine götürebilecekti, Türk çay severleri de çok yakında benim favorime ulaşacaktı.


Çayımı demledim, Arca’yı beklerken İlker’le konuştum. Evet kendisi İzmir’de üç gündür, her gece rakı balık. Allah sonumuzu hayır etsin. Ki tembihledim, yeme dedim, az ye az iç dedim ama kim sallıyor ki beni? 


Arca geldi, mis gibi taze fasulyemizi gömdük. 


Her akşam olduğu gibi, porselen demliğimde Türk çayımı demledim, Türk dizimi açtım, ve işte buradayım.


Bugünü bitirmeden önce, kayıtlara geçirmek için.


Bugün aferin dedim kendime. Evden çalıştığım için, işlerin altında yığılmadığım için, hayır diyebildiğim için, fazla mesai yapmadığım için, kendimi eve kapatmadığım için….


Bugün kendimi başarılı ve mutlu hissettiğim için. 


Bir de bunları yapamadığım başka bir gün blog sayfalarıma sığınacak olursam, bu satırları okuyup kendime gelmek için.